Sahneden Sahaya Uyarlanan Bilim Kurgu Filmi: 11 EYLÜL

 

Kısaca 11 Eylül

Tarihler 11 Eylül 2001’i gösterdiğinde, Amerikan topraklarında küresel şeytani akıl için kontrollü, Amerikan halkı için korkunç bir saldırı yaşanmıştı.

Kimler tarafından yapıldığı bugün dahi anlaşılamayan bu akıl almaz saldırılarda, yolcularıyla birlikte kaçırılan 4 uçak, New York’ta Dünya Ticaret Merkezinin bulunduğu İkiz Kulelere ve Washington’daki Pentagon binasına intihar uçuşu gerçekleştirmişti.

Eşzamanlı yapılan bu saldırılarda, yolcular dâhil olmak üzere üç binden fazla insan hayatını kaybetmiş, 6000 civarında insan yaralanmıştı.

Saldırının hemen ardından jet hızıyla yapılan resmi açıklamada, 19 saldırganın 15’inin Suudi Arabistan vatandaşı olduğu açıklandı ve saldırılardan daha önce ismi pek zikredilmeyen El Kaide örgütü sorumlu tutuldu.

Amerikan yönetimi, bu saldırıları gerekçe göstererek özelde Ortadoğu, genelde İslam Coğrafyasına yönelik üstü kapalı bir savaş ilan etti. Dönemin ABD Başkanı George Bush’un, NATO’nun 5. maddesini dayanak göstererek başlattığı “Terörizmle Savaş Kampanyası” bahanesinin hemen ardından ilk olarak Afganistan ve Irak işgal edildi.

Amerika’nın terörizm bahanesi ile başlattığı İslam coğrafyasını istila kampanyasına, İngiltere başta olmak üzere birçok batı ülkesi tereddütsüz destek verdi.

O tarihten günümüze kadar, hemen hemen bütün İslam coğrafyası kan ve gözyaşı ile yoğrulurken, batı ülkelerinde yaşayan Müslümanlara karşı işlenen nefret suçlarında da oldukça ciddi artışlar yaşandı.

 

Sahne ve Saha Tartışmaları Arasında 11 Eylül

Sebilürreşad okuyucuları Nisan sayısında kaleme aldığımız “Küresel Şeytani Aklın Yumuşak Gücü: Sinema Endüstrisi” başlıklı yazımızdan haberdardırlar.

Bir ülkenin diğer ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmesi ve kendi isteklerini o ülkelerin isteği haline getirebilmesinin günümüzdeki en etkin yöntemi, yumuşak güç diye tanımlayabileceğimiz sinema endüstrisi başta olmak üzere medya ve sosyal medya yöntemidir.

Amerikan sinema endüstrisi, toplumları birtakım algılarla sevk ve idare etmek maksadıyla kurulmuş ve Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA’in Hollywood’a yön veren şirketleri kontrollü bir şekilde büyüterek tekelleştirmesi sonucu, senaryo yazımı başta olmak üzere birçok alanda tahakküm kurmasını sağlamış bir endüstridir,

Amerikan hükümetleri, bu sinema endüstrisini soğuk savaş döneminden bu güne kadar en büyük psikolojik harp malzemesi olarak kullanmakta ve dış politikada iyi ve kötü kavramlarını kendi çıkarlarına göre tanımlayarak toplum mühendisliği yapmaktadır.

Şüphesiz bu yumuşak gücü sadece sinema endüstrisi ile sınırlandırmak doğru değildir. Bir haberi dilediği şekilde servis etmekte pek mahir olan görsel ve yazılı iletişim araçlarının yanı sıra, son yıllarda artarak çoğalan sosyal medya araçlarının kitleleri ne denli sürüklediği ve İngiltere ile Amerika tarafından dış politikada ne denli etkin bir şekilde kullanıldığı ortadadır.

İşte yazımızın konusu olan 11 Eylül hadisesi de her yönüyle profesyonel bir senaryo şüphesi barındırmaktadır.

Hatta sonradan ortaya çıkan bir takım tutarsızlıklar sayılmazsa, denilebilir ki, 11 Eylül senaryosu, şimdiye kadar çizilmiş en muazzam CIA Hollywood ortak senaryosudur.

Bu gün itibariyle bu hadiseyle ilgili birçok araştırma yapılmış ve oldukça çarpıcı senaryo bilgilerine ulaşılmıştır ama Churchill’in “Gerçek pantolonunu giyene kadar, yalan dünyanın yarısını dolaşır” ifadesinin ötesinde dünyanın her tarafını dolaşmış ve sonuçları itibariyle İslam coğrafyasını ateş topuna çevirmiştir.

11 Eylül hadisesini çağın en büyük yalanı olarak tanımlayan araştırmacılar, elde ettikleri bulgulardan, bu saldırının kesinlikle dışarıdan değil, içeriden planlandığını delilleriyle ortaya koymuşlardır.

Bu delillerden anlaşıldığı üzere

  • Usame bin Ladin’in saldırıyla direk ilişkisi ortaya konamamıştır.
  • Saldırıyı düzenlediği iddia edilen lider Muhammed Atta ve diğer uçak korsanlarının günlük hayatlarının bol içki, striptiz kulübü ve uyuşturucu bağımlısı olduğu kesinleşmiştir ki şehit olup cennete girmek için bunu yaptıkları iddiası asılsız çıkmıştır. Kaldı ki bu isimlerin seyahat halindeki yolcular arasından belirlenip rastgele senaryolaştırıldığı konusu dahi ihtimal dâhilindedir.
  • Saldırıda öldüğü iddia edilen Atta’nın, bu saldırıdan El Kaide’nin sorumlu olduğunu gösteren valiz dolusu belge bıraktığına dair söylem ve çarpmanın olduğu yerlerde Atta ve arkadaşlarının pasaportlarına rastlandığı iddiası basit bir masa başı yalanına benzemektedir.
  • Yine, yolcuların 30 bin feet yükseklikten yakınlarıyla yaptığı cep telefonu görüşmesinin dönemin teknolojisi açısından imkânsızlığı ortaya konmuştur.
  • Bir korsanın kokpite girmesi halinde birkaç saniyede alarm verme yetisine sahip olan uçaklardan dördünün de alarm vermemesi, uçağın korsanlarca kaçırılmasından çok Amerika tarafından kullanılabilecek ileri teknoloji ile kilitlendiğinin göstergesidir. Tabi bunda da görsel bir yanıltmaca yoksa..!
  • Olayların başlangıcı, alarm durumu ve sığınaklara inme zamanları için yapılan farklı beyanatlarda sürekli bir tutarsızlık mevcuttur.
  • İkiz kulelerden son çıkan görgü tanıklarının uçak çarpmasından 15 saniye kadar önce kuvvetli patlayıcı sesleri duyduklarını anlatması olayı iyice şüpheli hale getirmiştir. Kaldı ki uzmanlar, ikiz kulelerde kullanılan soğuk çelik taşıyıcıların yukarıdan gelecek basınçtan asla etkilenmeyeceği gibi, ancak 1000 Fahrenayt derece ile eriyebileceğini ve benzin yüklü uçağın çarpma ve patlamasının bunun yanında tatlı pişirmek kadar hafif kalacağını belirtmektedirler. Aynı şekilde Pentagon’un en tahkim edilmiş ve lider kadroya en uzak köşelerine yapılan saldırılarda 125 feet kanat genişliğine sahip bir uçağın yanaşma ihtimali imkansız kabul edilmiştir. Velev ki yanaşacak olsa dahi, bahse konu bu yer, olası tehditleri anında yok edebilecek radar ve füzelerle donatılmış bir yerdir.

Bütün bunların yanı sıra adı geçen bazı uçakların video kayıtlarının olmayışı, enkaz ve yolculara dair ikna edici görüntülerin bulunmayışı, beyan edilen rota ile gerçek rotanın birbirine uymaması gibi deliller, 11 Eylül hadisesinin CIA güdümündeki Hollywood film endüstrisince bir kısmı sahneden sahaya aktarılmış, diğer kısmı stüdyoda yüksek filim teknolojisi ile desteklenmiş düzmece bir senaryodan ibaret olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Amerikan İntikam Planı ve Katliamın İslam Coğrafyasındaki Acı Faturası

Görüldüğü üzere aslında 11 Eylül tamamen düzmece bir plan olup bir amacı gerçekleştirmeye yönelik senaryodan müteşekkildir. Belki kontrollü patlamalar sonucu gerçekleşen maddi hasar ve sınırlı sayıda tutulmuş ölümler bu senaryonun kaçınılmaz zayiatı olmuştur ama varılmak istenen sonuç itibariyle amacına ulaşmış bir senaryodur.

Küresel şeytani akıl, bu saldırının hemen ardından yeni düşmanını “terörizmle mücadele kılıfı altında” İslam olarak belirlemiştir ve işgal edeceği İslam topraklarına özgürlük getireceğine dair aldatıcı bir vaat sunarak işe başlamıştır.

Bu senaryo, işlemedikleri bir cürmün bedelini ödeme noktasında Müslümanlar açısından öyle acı bir senaryo olmuştur ki, tarih boyunca Müslümanlar hiç bu kadar haksızlığa uğramamış ve hiçbir zaman bu denli zelil bir duruma düşmemişti.

Evvela küresel şeytani akıl tarafından yüklenici firma olarak işaretlenen El-Kaide ve Usame bin Ladin bahanesi ile Afganistan işgal edildi. Ardından kitle imha silahları barındırdığı şeklinde tamamen suni bir suçlamayla, Saddam Hüseyin üzerinden Irak işgal edildi. Onun ardından ise, bütün İslam Arap coğrafyasını iç savaş ve bölünmelere sürükleyecek zehirli bahar başlatıldı.

Amerika, bütün bunları, bazen PYD-DAİŞ gibi yüklenici taşeron örgütler vasıtasıyla, bazen de kendi üretimi olan bu örgütlerden insanları kurtarmak, İslam ülkelerini özgürleştirmek bahanesiyle kurtarıcı rolünde yapmıştır.

Özellikle son dönemde Suriye’de laboratuvar üretimi terör örgütlerinin sırtından yürütülen savaşın ana gayesinin dini ve ekonomik mühendislik olduğu net bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Hele de, DAİŞ’in film stüdyolarından beslendiği daha sonra anlaşılan kafa kesme sahneleri ile 11 Eylül hadisesinde somut çıktıları gösterilemeyen birçok Hollywood sahnesinin ardından ortaya çıkan sonuç, Haçlının İslam’la olan savaşını en alçak yöntemlerle devam ettirdiğinin bariz bir göstergesidir..

Küresel şeytani aklın İslam ile terör arasında kurmayı başardığı algı sayesinde İslam coğrafyasında o günden bu yana hesapsız bir şekilde kan ve gözyaşı akmıştır. Bu da yetmemiş, batı ülkelerinde körüklenen İslamofobi ırkçılığı sayesinde, o ülkelerde yaşayan Müslümanlar büyük baskı görmeye başlamıştır. Sadece Amerika’da İslamofobi yüzünden 400 dolayında cami  kundaklanmıştır.

11 Eylül’de hayatını kaybeden Amerikalıların sayısı 3000 iken 11 Eylül sonrası İslam coğrafyasında istatistiği dahi zor tutulan ölüm rakamları oluşmuştur. Bir Amerikalıya karşılık en az 1000 Müslümanın kanına girilmiştir.

Amerikan terörü, Afganistan’dan Yemene, Pakistan’dan Libya’ya, Irak’tan Mısır ve diğer Afrika ülkelerine ve son olarak en acı trajedinin yaşandığı Suriye’ye kadar güya terörizmle mücadele adı altında İslam dini ve Müslümanlara öfke kusmaya devam etmektedir.

Milyon rakamını geçen ölümlerin dışında, İslam topraklarında yaşanan yaralanmalar ve zorunlu göç rakamları ise dünya tarihinde eşine az rastlanır seviyelere ulaşmıştır.

Bu da yetmezmiş gibi Guantanamo denen açık cezaevine dünyanın her tarafından Müslümanlar getirilerek sorgulanmakta, işkence ile ölüm veya Amerikan senaryosu ile tezgâhlanan saldırıları kabullenme tercihi arasında bırakılmaktadır.

Bu gün bu işgaller artarak devam etmektedir. Cihad, şehadet gibi direnç noktaları sanal örgütler üzerinden yürütülen algılar sayesinde tek tek kırılmakta ve yaşanan mağduriyetler her geçen gün katlanarak artmaktadır.

 

Bir Başka Açıdan 11 Eylül: İslam’ın Yükselişi

11 Eylül sonrası yaşanan başka bir durum var ki, bütün bu acıların gelecekte sevince inkılap edeceğine işaret etmektedir.

11 Eylül sonrası bir yandan Müslüman kıyımı yaşanırken, öte yandan başta Amerika olmak üzere pek çok batı ülkesinde İslam dinine giren insanların sayısı 11 Eylül öncesine nazaran kat be kat artmaktadır.

Her şeyden önce Amerika’da kendi halinde yaşayıp 11 Eylül sonrası baskı altında kalan Müslümanlar, bu baskının hafiflemesi adına dinlerini anlatma gayreti içerisine girmişlerdi.

Bu durum, hem bahse konu Müslümanların iyice dalıp gittikleri dünyevilikten silkinerek dinlerine yönelmesini sağlamış, hem de kendilerini Gayrı Müslimlere ifade etme gayretinin sonucu olarak doğal bir tebliğe dönüşmüştür ki, bu masum eylemin neticesinde birçok kişi Müslüman olmuştur.

Yine yürütülen algı neticesinde 11 Eylül hadisesini Müslümanların yaptığına inanan bazı gayrı Müslimler, “bu denli korkunç bir olayı yaptırabilen din nasıl bir dindir merakıyla” İslam dinini araştırmaya başlamıştır. Bu merak İslam diniyle ilgili kitaplarda talep patlaması yaşatırken beraberinde İslam’a girişleri de hızlandırmıştır.

Biz Müslümanlar bilir ve inanırız ki, geçici faturası bizler için ağır gelse de, her hesabın üstünde Allah’ın hesabı vardır ve “Kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.”(Saff-8)