Günümüzün Kirletilen ve İstismar Edilen Kavramlarından Selefilik Nedir, Ne Değildir? (2) (İbn Teymiyye’nin Hayatı ve Görüşleri)

Bir önceki yazımıza Sahabe, Tabiin ve Etba-ı Tabiin’den müteşekkil Selef ve Selef-i Salihin mevzusuyla giriş yapmıştık. Selef-i Salihin döneminden sonra onların yolunu takip edenlere atfen Selefilik kavramı ve bunun kapsama alanından kısmen bahsetmiştik.

Bu yazımızda Selefî düşüncenin İslâm tefekkür tarihindeki en mühim mümessillerinden birisi olan İbn Teymiyye’den bahsedelim.

Takiyuddin Ahmed İbn Teymiyye el-Harrani, namı meşhur İbn Teymiyye, H.661(M.1263) yılında Harran’da doğdu. Dedesi ve amcası Hanbeli ulemasından olan İbn Teymiyye, daha küçük yaşlardayken ilim meclislerine iştirak etti. Aralarında İbn Asâkir, İbn Kudâme ve el-Makdisî gibi meşhur âlimlerin de bulunduğu ve çoğunluğu Şam ve civarında olan yaklaşık 200 âlimden ders ve bir kısmından da icazet aldı. Babasının vefatından sonra, henüz 21 yaşında iken Darülhadis müderrisliği yapmaya ve Emeviyye Camii’nde tefsir dersleri vermeye başladı.

Yaşadığı dönem itibariyle oldukça hareketli ve bereketli bir ömür geçiren İbn Teymiyye, bir yandan fasit oluşum ve fırkalara karşı fikri mücadelesini yürütüyor, diğer yandan Haçlı, Moğol ve Ermeni Krallığının İslam topraklarındaki istilalarına karşı hem cihada teşvik ediyor, hem de bizatihi cihada katılıyordu.

Dini ve siyasi hareketliliğini yaşamı boyunca sürdüren İbn Teymiyye’nin ilmi düzeyi elbette tartışılmaz, ama bu mücadelesindeki en bariz vasfı, bunu net ve sert bir şekilde yürütmesi olmuştur. Kuşkusuz bunda, İslam dışı muarızların İslam coğrafyası üzerinde, artarak devam eden müstevli tutumlara ve bunlara ilaveten Müslümanlar arasında cereyan ederek baş döndürücü bir şekilde yayılan fasit fikir ve yapılara karşı ümmeti koruma kaygısı etkin olmuştur. Lakin, İbn Teymiyye’nin fikirsel ve eylemsel mücadelesinde takındığı bu sert tavır, zamanın ilim çevresinde tepkilere de neden olmuştur. Bu kısmi tepkiye rağmen, net ve samimi duruşundan dolayı halk arasında kısa sürede en etkin âlim ve mütefekkir olarak kabul görmeye başlamıştır.

İbn Teymiyye, bir yandan dinde mümessil bilinip ahlakta zayıf karakter sergileyen isimlerle mücadele ediyor, diğer yandan dinde sapkın olduğuna inandığı felsefi fırkalar ve Şiilere karşı düzenlenen seferlere katılıyordu. Bir yandan Moğol muhibbanı bir şeyhe sahip olduğu ileri sürülen Rufailerle tartışıyor, diğer yandan ziyaret ve adak mekânı haline getirilen bir kayayı öğrencileriyle birlikte ortadan kaldırıyordu. Tasavvuf ehli başta olmak üzere birçok fırkanın bidat ve hurafelerine karşı şiddetle mücadele ettiği gibi, Allah’ın verdiği cüzi akılla nakli yorumlamaya çalışan, işlerine gelmeyen sünnetleri devre dışı bırakan ve Sahabe dâhil Selef-i Salihine saldırıda haddini aşan Şia başta olmak üzere birçok fırkayla aynı şiddette mücadele ediyordu.

Mücadelesindeki tavrı haricinde, şahsiyeti ve fikirleri ile de günümüze kadar taşınıp konuşulan İbn Teymiyye’yi gündemde tutan en mühim husus, şüphesiz Onun Kur’an ve Sünnete tabiiyet noktasında nevi şahsına münhasır çizgisi olmuştur. Hanbeli mezhebi içerisinde olmasına rağmen mücadelesine dayanak olan fikri temellerini herhangi bir fırka veya mezhep üzerine değil, tamamen Kur’an, Sünnet ve Selef-i Salihine aidiyet üzerine bina eden İbn Teymiyye’nin bu samimi duruşundan dolayıdır ki, bu günlerde olduğu gibi yaşadığı dönemde de ümmetin büyük bir kesimi onu sevmiş ve takip etmiştir. Yine Kur’an ve Sünnetten taviz vermeyen bu duruş, bu günlerde olduğu gibi yaşadığı zamanda da dini yorumları siyasi kaygılarla yapmaya çalışan muarızları tarafından hoş karşılanmamış, sert ve acımasızca eleştiriler yöneltilmiş, hatta zaman zaman iftiraya dahi maruz bırakılmıştır. Özellikle de Sünnetin büyük bir kısmı ve Selef-i Salihini dışlayarak aklı, naklin önüne geçiren kesimlerin hedefi olmuştur. Bunların haricinde onu tam olarak bir mezhebe veya fırkaya yaslayamadığı için anlamakta çoğu zaman zorluk çeken veya yanlış anlayan veyahut fırka taassubuyla hareket ederek onu dışlayanlar dahi olmuştur.

Takiyuddin Ahmed İbn Teymiyye, Selef-i Salihin gibi nakli önceleyen bir İslam âlimiydi. Lakin nakli öncelerken aklı tamamen devre dışı bırakmıyor, onu nakille uzlaştırmaya çalışıyordu. Pek tabi ki, naklin sıhhatini de araştırmaktan geri kalmıyordu ama aklın, sahih nakil karşısında takındığı “sınır bilmez” tutuma ve daha çok tasavvufi gruplarda rast geldiği her türlü bidate de karşı çıkıyordu. Kısacası Müslümanların Kuran ve Sünnetten beslenen imanını ve ümmetin ittihadını tehlikeye atacak her türlü bidat, düşünce ve davranışa karşı şu veya bu grubun maslahatına göre hareket etmek yerine, Hz. Ömer(ra) benzeri bir duruş sergiliyor ve bu duruşunu Kur’an ve Sünnetle ispatlamaya çalışıyordu. Haliyle, doğrudan hedef aldığı tekbir grup olmadığı gibi, İslami kaygılardan dolayı neredeyse hedef almadığı grup da yoktu. Sırf Peygamber, Sahabe veya Allah dostlarının kabirlerini ziyaret maksadıyla düzenlenen seyahatlerin caiz olmadığını ileri sürecek kadar net, Farisilerin Şiilik üzerinden İslami bir kılıfla yürüttükleri saltanat rüyasına karşı çıkacak kadar dik, kendi görüşlerini ikame etmek için Sahabe ve Selef’i Salihin’i yok hükmüne getiren akliyyuna karşı keskin, hele de Sünneti devre dışı bırakıp aklını ikame etmek isteyen zamanın reformistlerine karşı gözü kara bir duruş gösteriyordu. İşin esasında bu duruş, onu seven ve ona değer veren tabakada da zaman zaman kırgınlığa veya kafa karışıklığına neden olmuyor değildi. Bu kafa karışıklığı, onu dışlayan fikri hasımları tarafından eksik veya yanlış aktarılan görüşler sebebiyle daha da artmış ve Müslümanlar arasında ona karşı muhalefet cephesi bu şekilde genişletilmiştir ki, bu durum günümüze kadar yansımıştır.

İbn Teymiyye, bu mücadelesinde gâh galip gelip toplulukları ve zamanın iktidarlarını ikna ediyor, gâh iktidara yakın kesimlerin hışmına uğrayıp hapse veya sürgüne maruz bırakılıyordu. Hapis veya sürgün dönemlerinde yazdığı eserlerle fikri mücadelesine devam ediyor, hür olduğu zamanlarda ise hem Müslüman âlemini tehdit eden Moğollar, Haçlılar ve Ermeni Krallığı gibi gayrı Müslim unsurlarla bizatihi savaşıyor, hem İslam hakkındaki bozuk tezlerini ulus çıkarlarına dönüştürmek isteyen Şia ve benzeri fırkalar ile İslam coğrafyasının yumuşak karnına hançer gibi saplandığına inandığı nevzuhur fikirlerle fitne ve fesat ağırlıkları nispetince mücadele ediyordu.

Selefi Ehl-i Sünnet âlimi olan İbn Teymiyye, pek çok Ehl-i Sünnet âlim tarafından kaynak olarak görülmüş ve müçtehit olduğu beyan edilmiştir. Hanefi mezhebi ulemasının önde gelenlerinden İbn Abidin, Aliyyü’l-Kari ve Ayni gibi meşhur isimler, İbn Teymiyye ve talebesi el-Cevzi’den Ehl-i Sünnet müçtehidi ve fıkıh kaynağı olarak faydalanmışlardır. Yakın dönem Hanefi ulemasından olup aynı zamanda tasavvuf ehli olan Ebu Gudde ve en-Nedvî gibi âlimler, tasavvufta bidat ve hurafelere karşı amansız mücadelesindeki samimiyetine inandıkları İbn Teymiyye’nin görüşlerine çok değer vermiş ve onu Şeyhülislam mertebesinde görmüşlerdir.

Ezcümle, İbn Teymiyye, ümmetin derdi ile dertlenmiş Selefi bir âlimdir. Nasıl ki Ehl-i Sünnet dairesindeki Mezhep İmamları ve birçok meşhur ulema Selefi olarak addediliyorsa, kendisi de Selefi Ehl-i Sünnet âlimlerindendir. İbn Teymiyye, ümmetin geleceğine dair endişeler taşıyan ve bu meyanda akaid, fıkıh, mezhep ve fırkalar, tasavvuf, felsefe ve mantık gibi alanlarda onlarca kalıcı eser bırakan bir İslam mütefekkiridir. İ’lay-ı Kelimetullah için cihada dair risaleler yazmış, cihadı teşvik etmiş ve cihadı, cihad sahasında yaşamış muharrik bir Müslümandır. Zamanın her türlü fasit oluşumuna karşı Ehli Sünnet Müslüman kalesinin sağlam bir burcu hükmünde vazife yapmıştır. Ayrıca bir ömür terk etmediği bu mücadelesini gösteriş veya makam uğruna değil, İslam davası uğruna yaptığı, sevenleri veya tabilerinin dışında onun fikirlerinden hoşnut olmayan, hatta ona yer yer bedeller ödeten muarızlarının dahi beyanıyla ispatlanmış bir mümindir.

Hâsılı, Bugün onun yolundan gittiğini söyleyip görüşlerinden dahi haberdar olmayan gruplardan tutunuz da, onu günümüze kadar taşınan tarihsel sebeplerden dolayı dışlayan kesimlere kadar herkesin tekrar tekrar okuması gereken bir İslam mütefekkiridir.

            Şimdilik yazımızı burada bitirip gelecek yazımızda İbn Teymiyye’nin cihada dair görüşlerini, bu görüşlerin günümüz yansımaları ve meşhur Mardin fetvasını ele alalım, inşallah.