Selefi Ekole Bağlı Tenkitçi Bir Âlim : İzmirli İsmail Hakkı

Selefi Ekole Bağlı Tenkitçi Bir Âlim : İzmirli İsmail Hakkı-1

(Hayatı, Vazifeleri ve Eserleri)

 Hayatının Özeti

Yüzbaşı Hasan ve Giritli Hafize Hanım mahdumu İsmail Hakkı, 1869 yılında İzmir’in mazbut bir muhitinde dünyaya geldi.

Henüz küçük yaşlarda iken babasını kaybettiği için iptidai eğitimine annesinin desteğiyle devam eden İsmail Hakkı, amcası Âmâ Hafız’ın yanında hem Kur’an hafızı oldu, hem de medrese dersleri almaya başladı.

Medrese eğitimi ile eş zamanlı olarak Rüşdiye Mektebini tamamlayan ve mezuniyetinin ardından Namazgah İptidai Mektebinde kısa süreliğine muallim olarak vazifelendirilen İsmail Hakkı, aynı yıl içerisinde İzmir İdadisinde de imamlık ve hocalık yaptı.

İsmail Hakkı, ilim öğrenme merakı yüzünden İzmir’deki bu vazifelerini terk etti ve 1890 yılında İstanbul’a giderek Darul-Muallimin-i Aliye’ye kaydoldu.

1892 yılında Edebiyat şubesinden mezun olan İsmail Hakkı, İzmir’e dönmek yerine İstanbul’da kalarak amcası Âmâ Hafız’dan yarım kalan medrese tahsiline devam etti. Darul-Muallimindeki hocası Ahmed Asım Efendinin yanında Fuṣus el-Hikem okudu ve Fatih Dersiamlarından Hafız Ahmed Şakir Efendi’den icazet aldı.

İstanbul’daki gençliğinin en verimli senelerini fenni ve dini ilim tahsilinde değerlendiren İsmail Hakkı, aynı zamanda tasavvuf ilgili icazetini Hüseyin el-Ezheri’den Şazeliyye tarikatında aldı.

1895’te Nakşî şeyhlerinden Kadı Süleyman Necati Efendi’nin kızı Nuriye Hanım’la evlenen İsmail Hakkı’nın (Bir tanesi ikinci evliliğinden olmak üzere) dört erkek evladı oldu.

1915 yılında Edebiyat fakültesinde profesör, 1933 yılında Ordinaryüs Profesör unvanını alan İsmail Hakkı, birçok kurumdaki müderrislik, idarecilik ve farklı resmi vazifelerinin ardından 1939 yılında yaş haddinden emekliye ayrıldı.

Hem Devlet’-i Aliye’nin son demleri olan II. Meşrutiyet sonrasında, hem Cumhuriyetin ilk dönemlerinde yaşayan ve iki dönemde de ilmi şahsiyetini kabul ettiren İsmail Hakkı, emekliye ayrıldıktan sonra dahi ilim camiasından kopmadı.

İsmail Hakkı, ardından onlarca eser ve yüzlerce talebe bırakarak 1946 yılında Ankara’da vefat etti ve Cebeci Asri mezarlığına defnedildi.

Ara İzahat: İsmail Hakkı’nın hayatına dair yapılmış çalışmalarda doğum, tahsil, mezuniyet ve emekli edildiği senelerde göze çarpan yıl farklılıklarının Rumi-Miladi dönüşümündeki hesap hatalarından kaynaklanması kuvvetle muhtemeldir.

 

Yaptığı Vazifeler

İstanbul’da ilim tahsil ederken kendi hocaları ve ilim çevresinin büyük takdirine mazhar olan İsmail Hakkı, verdiği dersler ve yazdığı eserlerle Maarif Nezaretinin dikkatini çekince, kendisine farklı mekteplerde vazifeler verilmeye başlandı.

1896 yılında Mülkiye Mektebinde muallimlikle başlayan İsmail Hakkı, 1907 yılında mezun olduğu Darul-Muallimin-i Aliye’ye Tarih Muallimi olarak döndü ve emekliye ayrıldığı 1939 yılına kadar kesintili de olsa Darul-Muallimin-i Aliye’de muallimlik ve Ulumi Diniyye ve Edebiyye şubelerinde müdürlük görevlerini yürüttü.

Bu süre zarfında bir kısmı gönüllülük esasıyla olmak üzere pek çok resmi vazifede bulunan İsmail Hakkı’nın bu vazifelerini tek tek anlatmak yerine maddeler halinde özetlersek;

  • Mülkiye Mektebi muallimi (Akaid / Fıkıh)
  • Encümen-i Teftiş ve Muayene Heyeti (Aza / Muvazzaf)
  • Cemiyyet-i Tedrisiyye-i İslamiyye (Eğitim Islah Programı / Kurul Azası)
  • Darul Hilafetil Aliye (Medreselerin Islah Projesi / Müfettiş)
  • Süleymaniye Medresesi Kelam Şubesi (Felsefe-i İslam – Hikmeti İlahi / Müderris)
  • Süleymaniye Medresesi Menbaul İrfan Şubesi (Felsefe / Müderris)
  • Süleymaniye Medresesi Medresetul İrşad vel-Vaizin Şubesi (Kelam – Felsefe Tarihi / Müderris)
  • Darul Funun (Felsefe-i İslamiyye / Müderris)
  • Darul Hikmetil İslamiyye (Aza / Reis / Reis Vekili)

İzmirli İsmail Hakkı, İstanbul’daki bu vazifelerinin yanı sıra Cumhuriyetin kuruluş süreci ve sonrasında kendisine Ankara ve İstanbul’da tevdi edilen yeni vazifeleri de yerine getirmiştir. Bunları da özetlersek;

  • Umur-i Şeriyye ve Evkaf Vekâleti Tedkikat ve Telifat-ı İslamiyye Heyeti (Aza / Reis / Reis Vekili)
  • Darülfünun İlahiyat Fakültesi (Müderris / Reis)
  • Darülfünun Edebiyat Fakültesi (Müderris / Reis)
  • İstanbul Üniversitesi İslam Tedkikleri Enstitüsü (Hoca)

Ara İzahat: Yukarıda zikredilen Darülfünun İlahiyat ve Edebiyat fakülteleri, Tevhidi Tedrisat Kanunu çerçevesinde kapatılan medreselerin yerine isim ve muhteva değişikliği ile ikame edilmiş Cumhuriyet dönemi okullarıdır. İstanbul Üniversitesi İslam Tedkikleri Enstitüsü ise, Medreselerin yerine ikame edilen Darülfünunun İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülmesinin ardından İlahiyat Fakültesinin yerini alan Enstitüdür

 

İsmail Hakkı’nın Eserleri

İnsani tabiatı ve ilmi şahsiyetiyle hem Osmanlı’nın son dönemlerinde hem de Cumhuriyet Türkiye’sinde kabul gören İzmirli İsmail Hakkı, ardında gerek Kur’an İlimleri ve Hadis sahasında, gerek Kelam, Felsefe ve Mantık alanında, gerekse Fıkıh, Tarih ve sair alanlarda birbirinden nadide eserler bırakmıştır.

Eserlerinden bir kısmını zikredecek olursak:

  • Din-i İslam ile alakalı olarak: Meaniyi Kur’an, Tarih-i Kur’an, Siyer-i Celile-i Nebeviyye (İstanbul 1332), Tarih-i Hadis (İstanbul 1340), Hikmet-i Teşri (İstanbul 1328), Usul-i Fıkıh (İstanbul 1330), İlm-i Hilaf (İstanbul 1330), Kitabu’l-İfta ve’l-kaza (İstanbul 1336-1338), Fıkıh Tarihi (İstanbul 1919), Binbir Hadis (İstanbul 1926), Din-i Tabii, Muhassalu’l-Kelam ve’l-Hikme (İstanbul 1336), Mülahhas İlm-i Tevhid (İstanbul 1338), Yeni İlm-i Kelam (I-II, İstanbul 1339), el-Cevabü’s-Sedid fi Beyani Dini’t-Tevhid (Ankara 1341 Bu eser “Anglikan Kilisesine Cevap” adıyla sadeleştirilerek basılmıştır), İslam Mütefekkirleri ile Garp Mütefekkirleri Arasında Mukayese (Ankara 1952), Mustasvife Sözleri mi Tasavvufun Zaferleri mi? Hakkın Zaferleri (İstanbul 1341), Ahlak ve Tasavvuf Kitaplarındaki Ahadis Hakkında, Dürzi Mezhebi (İstanbul 1926), Altınordu Devletine Ait Metinlerin Tenkidi (İstanbul 1941)
  • Bilim ve Felsefe ile alakalı olarak: el-İnaye fi Şerhi’l-Bidaye. Mi‘yaru’l-Ulum (İstanbul 1315), Mantık-ı Tatbiki veya Fenn-i Esalib (İstanbul 1327), Muhtasar Felsefe-i Ula (İstanbul 1329), Arap Felsefesi (İstanbul 1329/1331), Fenn-i Menahic: Méthodologie (İstanbul 1329), Felsefe Dersleri (İstanbul 1330), Felsefe-hikmet (İlmü’n-nefs; İstanbul 1333), Müslüman-Türk Filozofları (İstanbul 1936), İhvan-ı Safa Felsefesi (İstanbul 1337), İslam’da İlk Tercüme (İstanbul 1337), Felsefe-i İslamiyye Tarihi (el-Kindi, İstanbul 1338), Şeyhu’l-Etıbba Ebu Bekir Muhammed bin Zekeriyya er-Razi (İstanbul 1341)

 

İsmail Hakkı’nın bunların haricinde orta ve yükseköğretime yönelik basılmış ders kitapları, Gazilere Armağan, Yiğitlere Öğütler gibi çeşitli kesimlere hitap eden eserleri, bir kısmı varak halinde ders notlarından müteşekkil Tahlîl-i Kur’an, Mevzu Hadisler, İlm-i Kelam Sualleri, Nusayrilik, Dürzilik, Şeyhilik, Babilik, Vehhabilik, Taâlim-i Mutezile, Tarih-i İslâm, Mulahhas İlm-i Ahlâk, Tasavvuf Tarihi, Tasnîfü’l-Ulûm, el-İnaye fî Şerhi’l-Bidâye, el-Furkân Beyne’t-Tevfîk ve’l-Hızlân, Tezkere-i Hak, Amerika’dan Gönderilen 18 Suale Cevap, Amme Cüz’i Şerifi, Tebareke Cüz’i Şerifi, Muhtasar Ma Bade’t-Tabia gibi basılmamış eserleri ve Teselsül ve Hudus Risaleleri ile zamanın Sebilürreşad başta olmak üzere farklı mecmualarında yayınlanmış bir takım tenkit ve tahlilleri ihtiva eden yazıları  mevcuttur.

Görüleceği üzere İsmail Hakkı, çok yönlü bir ilim ehli ve mütefekkir idi. Kur’an, Siyer, Hadis, Fıkıh, Akaid, Kelam, Mezhepler ve Tasavvuf gibi Din-i İslam ile doğrudan alakalı çalışmalarının haricinde, Bilim, Felsefe, Mantık, Eğitim, Tarih ve diğer alanlarda oldukça fazla eser bıraktı.

İctimai hayatında da hareketli bir ömür geçiren İzmirli İsmail Hakkı, Darüşşafaka müdürlüğü yapmış ve Yeşilay Cemiyetinin kuruluşunda kurucu aza olarak görev almıştır.

İttihat ve Terakki Cemiyetine de üye olan İsmail Hakkı, Meşrutiyetin ikinci kez ilan edilmesinin akabinde Kayseri ve Konya gibi vilayetlere giderek, yeniden kabul edilen meşrutiyetin faydalarını halka izah etmeye çalışmıştır.

Şüphesiz bunca vazife ve hareketliliğine rağmen İzmirli İsmail Hakkı için Sebilürreşad’ın apayrı bir önemi vardır. Buna şimdilik uzunca değinemeyeceğiz. Zira yazımızın ilk tefrikasında istedik ki, İzmirli İsmail Hakkı’nın hayatı, vazifeleri ve eserlerine dair ön bir malumat oluşsun. Gelecek tefrikada İzmirli İsmail Hakkı’nın Sebilürreşad ile alakasından bahsettikten sonra Kelam ve Fıkhi meselelerde serdettiği fikirlerin günümüze yansımalarını gücümüz nispetince tahlil edelim inşallah.

Selam ve dualarla

 

 

Selefi Ekole Bağlı Tenkitçi Bir Alim: İzmirli İsmail Hakkı-2

(Sebîlürreşad ile Alakası ve İlmi Kişiliği)

Yazımızın ilk tefrikasında İzmirli İsmail Hakkı’nın hayatı, vazifeleri ve eserlerine dair ön bir malumat vermiştik. Şimdi de İsmail Hakkı’nın İslamcılığın ilk dergilerinden olan Sebîlürreşad Ceride-i İslamiyesi ile olan alakasından ve bu mecmuada yayınlanmış yazıları başta olmak üzere farklı eserlerinde serdettiği fikirlerinden yola çıkarak ilmi kişiliğinden bahsedelim.

Sırat-ı Müstakîm ve Sebîlürreşad Alakası

Evvela, bir hususu açıklığa kavuşturmakta fayda görüyoruz. Osmanlı son dönemi fikir hayatı üzerine yapılan çalışmalarda, Sebîlürreşad ile alakalı bir başlık mutlaka açılır. Döneme damgasını vurmuş Sebîlürreşad mecmuasından bahsedilirken de genellikle Sırat-ı Müstakîm’den başlatılır. Bu, tabii bir durumdur. Çünki Ağustos 1908’de yayın hayatına Sırat-ı Müstakîm olarak başlayan ve 1912 yılında 183.sayıdan itibaren yoluna Sebîlürreşad olarak devam eden mecmuanın ortak paydası Mehmet Akif ve Eşref Edip’tir. Haliyle birçok kaynakta Sebîlürreşad mecmuası zikredilirken “… yayın hayatına 1908 yılında İstanbul’da Sırât-ı Müstakîm, adıyla başlayan..” şeklinde zikredilmesinde bir isabetsizlik söz konusu değildir.

Hakeza İzmirli İsmail Hakkı’nın Sebîlürreşad ile alakasından bahsedilirken, Sırât-ı Müstakîm yazarı olarak zikredilmesi de bu neviden bir durumdur. Zira biliyoruz ki, İsmail Hakkı’nın bu silsiledeki ilk yazıları Sebîlürreşad mecmuasının ikinci sene-i devriyesi olan 1913-1914’lü yıllarından sonrasına denk gelmektedir.

Bu durumda, “İsmail Hakkı’nın ismi Sırât-ı Müstakîm ile anılmasına rağmen neden bu mecmuada yazmamıştır?” sorusu akıllara gelebilir.

Allah bilir ki, bu soruya ikisi zayıf olmak üzere üç ihtimalli bir cevap verilebilir.

İlk ihtimal; “İzmirli İsmail Hakkı, Mehmet Akif ve Eşref Edip ile tanışmıyordu.”

Bu ihtimal biraz zayıftır. Zira İsmail Hakkı, Sırât-ı Müstakîmin neşredildiği 1908 senesinde fikri olgunluğa erişmiş, 40 yaşlarında ve çevresinde tanınan biriydi. Bir önceki sayıda bahsettiğimiz üzere, Sırât-ı Müstakîm’in neşrinden bir yıl öncesine denk gelen 1907 senesinde Darul-Muallimin-i Aliye’de muallimlik vazifesine dahi başlamıştı.

Haliyle İzmirli İsmail Hakkı’nın Sırât-ı Müstakîm öncesi Ebu’l-Ula, Mehmet Akif veya Eşref Edip’le ne oranda samimi olduklarını bilemiyoruz ama İstanbul’da ilmi ve fikri bakımdan temayüz edip aynı yıllarda yaşayan bu isimlerin tanışık olduklarını (Eşref Edip’in İzmirli’nin de içinde bulunduğu bir takım isimlerle saatlerce hoş sohbetlerde bulunduklarına dair hatıratından) söylemek mümkündür.

İkinci ihtimal, “İzmirli İsmail Hakkı’nın o dönemde yazma becerisi yoktu.”

Bu ihtimal de zayıftır. Zira İzmirli’nin aynı dönemde güçlü bir kaleme ve yazılı eserlere sahip olduğunu biliyoruz. Hele ki, ilk eseri Mi‘yaru’l-Ulum, Sırât-ı Müstakîm’in neşrinden yıllar öncesine denk gelen R.1315 (M.1899-1900) senesinde yayınlanmıştı. O tarihten itibaren ilim ve fikir ehlince meşhur olmuş bir isim için “O dönemde yazma becerisi yoktu” şeklindeki bir iddia haksızlık olur.

Üçüncü ve son ihtimal; İzmirli İsmail Hakkı’nın tedbiri elden bırakmayışıyla ilgilidir.

Osmanlı’nın son döneminde dikkatleri üzerine çeken, Cumhuriyet döneminde de kendisine olan alakayı eksiltmeyen İzmirli İsmail Hakkı için bu ihtimal ilk ikisinden daha kuvvetlidir.

İzmirli’nin adı her ne kadar bir zamanlar İttihat ve Terakki saflarında anılmış olsa da, her ne kadar meşrutiyetle alakadar olmuş ve meşrutiyet müdafaasını farklı vilayetlerde bizatihi yapmış olsa da, Onun fikr-i siyasete pek rağbet etmediğini ve resmiyet ortamını daha fazla tercih ettiğini gerek hayatının genelinden, gerekse icra ettiği vazifelerinden anlamak mümkündür.

Belki de resmi tabiatı ağır basan İsmail Hakkı, sivil yanı güçlü olan Mehmet Akif ve Eşref Edip’le tanışmasına rağmen, farklı camiaları karşısına almak yerine mecmuanın serencamını ilk başlarda izlemekle garantici bir yol izlemiş olabilir.

“Şimdilerde şeffaf bir perdenin arkasından izleyen misaller gibi” deyip keselim bu mevzuyu.!

Her ne ise, İzmirli İsmail Hakkı’nın, R.1329 (M.1913-1914) yılı 275.sayıdan itibaren Sebîlürreşad’ta yazılar yazmaya başladığını ve vefatına kadar aralıklarla kelam, fıkıh ve güncel meselelerdeki yazılarının neşredildiğini biliyoruz.

İzmirli’nin Sebîlürreşad’ta Yayınlanmış Yazıları

İsmail Hakkı’nın Sebîlürreşad’ta yazdığı yazılarından tespit edebildiğimiz kadarıyla:

11.CİLT: (Sayı:275) Ribe’l-Fazl ve Ribe’n-Nesîe, (Sayı:280) Müdafât-ı Dîniyye: Abdullah Afgânî Müdâfii Mithat Cemal Efendiye, (Sayı:282) Hadisi Şerîf: İnnallahe Teala Yüeyyidü Haze’d-Dîn, (Sayı:283-284-285) Felsefe-Kelam: Muallim Ata Efendi’nin Sualine Cevap, (Sayı:285) Kelam: Mehdi Meselesi

12.CİLT: (Sayı:286- 287) Ribe’l-Fazl ve Ribe’n-Nesîe Cevap, (Sayı:288) Mevârid-i İcmaın Kâffesini Bilmek Şart mıdır?, (Sayı:289) Diş Doldurmak Meselesi, (Sayı:290) Her Mesele-i Fıkhiyye İçin Bir Nakil Lazım mıdır?, (Sayı:291) Nisaiyât: Tesettür Meselesinin Tarîk-i Halli, (Sayı:292) Sebilü’r-Reşad’a On iki Sual ve Cevabları, (Sayı:293) Örfün Nazar-ı Şeriattaki Mevkii, (Sayı:294) Amel-i Ehl-i Medine, (Sayı:295) İcma Kıyas ve İstihsanın Esasları, (Sayı:296) Fıkh-ı Zahirî, (Sayı:297) İctihadın Bâis-i Tevellüdü, (Sayı:298) İctimaî Usûl-ı Fıkha İhtiyac Var mıdır?, (Sayı:299) Siyeri Celile-i Nebeviyye (A.Naim’in Sebilü’r-Reşad’a sorduğu Suale Cevab), (Sayı:300) Hüllenin Sükût-ı Sûretleri, (Sayı:301) Usûl-ı Hadîs: Her Müslümanın Sarık Sarması Vacip midir?, (Sayı:302)  Yine Diş Doldurmak Meselesi, (Sayı:303-304-305-306) Fıkıh ve Fetâvâ: Cevazın Ahkam-ı Şer’iyyeden Olub Olmadığı, (Sayı:307) Cevaz, Tabir-i Aharla Mübah, (Sayı:308) Fıkıh ve Fetâva: Ayıntab Liva Müderrisi Abdullah Edib Efendiye

13.CİLT: (Sayı:327) Fıkıh ve Fetavâ: “el-Hakku Ya’lû ve Lâ Yûlâ Aleyh”, (Sayı:335-336-337-338) İslamda Felsefe

14.CİLT: (Sayı:339-340-341-342-344-352) İslamda Felsefe, (Sayı:345) Fıkıh-Hilâfiyât Fıkıh: Ahkâm-ı Şer’iyyenin Telakki Olunduğu, (Sayı:346) Birinci Tarîk, (Sayı:347) Fıkıh-Hilâfiyât: Emir ve Nehy Bahsi, (Sayı:348) Fıkıh-Hilâfiyât: A’yana Muzaf Olan Ahkâm-ı Şer’iyye Hakkındaki Mezâhib Sayı, (Sayı:349) Fıkıh-Hilâfiyât: Mücmelin Hükmü, (Sayı:350) Fıkıh- Hilafiyât: Zahir İle Muhtemelin Hükümleri, (Sayı:351) Fıkıh-Hilâfiyât: Mefhûm-ı Muhalefet, (Sayı:358) İftâ ve Kaza, (Sayı:359) Fıkıh: Müfti ve Kadı, (Sayı:360) Fıkıh: Kadı’nın İftası

15.CİLT: (Sayı:370) Fıkıh: Taklid-i Kadâ, (Sayı:373) Diyanet ve Kaza

16.CİLT: (Sayı:392) Devlet-i İslâmîye’nin Binası

17.CİLT: (Sayı:423-424) Devlet-i İslâmîyenin Takib Ettiği Tarîk

20.CİLT: (Sayı:497) İslâmda Kadının Hukuk ve Vezaifi

21.CİLT: (Sayı:542-543) Sebilü’r-Reşad Ceride-i İslâmiyyesine

22.CİLT: (Sayı:549-550) Yeni İlm-i Kelam Hakkında, (Sayı:551-552) Şeyh Muhsin Fânî ez-Zâhirî Hazretlerine

Görüldüğü üzere İsmail Hakkı’nın Sebilürreşad Ceride-i İslamiye’sinde altmış civarında yazısı yayınlanmıştır.  Bu yazılarının pek çoğu Fıkh-ı İslam üzerine olmakla birlikte, zaman zaman kelam, felsefe veya başka bir görüşü çürütmek üzere yazılar kaleme almıştır.

Mütefekkir İzmirli İsmail Hakkı

İzmirli İsmail Hakkı, Devlet-i Aliye’nin son döneminde yetişmiş ve birikimini Cumhuriyet dönemine taşımış ilim ehli mütefekkirlerimizden birisidir. Hem insani, hem ilmi şahsiyetinde, her iki dönemin bariz izleri mevcuttur.

Çoğu zaman gelenekçi, bazen yenilikçidir. Birçok görüşünde selefi, yeri geldiğinde tenkitçidir. Her ne kadar bazen reformist görüşler serdetse de, İsmail Hakkı için pergelin sabit ucu; daima Ehli Sünnettir. Özellikle reformist yaklaşımların özü zedelemeye başladığı veya İslam’a yapılan hücumatların maksadını aştığını gördüğünde, yenilikçi tarafını bir kenara bırakarak içinde bulunduğu kaleyi savunmak peşine düşmüştür.

İzmirli İsmail Hakkı’nın ilmi ve fikri şahsiyetinde İbn Teymiyye, İmam-ı Maturidi, İmam-ı Azam gibi âlimleri görmek mümkündür. Lakin illa benzetilecek olursa en fazla İmam-ı Gazali’ye benzetilebilir. Sebilürreşad’ın önceki sayılarında yayınlanan “Tasavvuf ve Tarikatlar” yazımızda, İmam-ı Gazali’nin “medreseyi ve tasavvufu, diğer bir deyişle ilim ehliyle tarik ehlini ortak bir noktada buluşturmakla” tarihi bir vazife icra ettiğinden bahsetmiştik. Hem medrese, hem de tarikattan icazetli olan İsmail Hakkı’nın İslam müdafaasındaki hassasiyetlerini de bu minvalde okumak gerektir.

İzmirli, İslamcı bir din âlimidir. İslamcılığı Mehmet Akif ve Eşref Edip nevi’nden bir İslamcılıktır. İslam âleminin içine düştüğü zelil durumdan kurtuluş reçetesinin hem Din-i Mübin-i İslam’a daha sıkı sarılmak, hem de ilim ve fen ile daha ziyade alakadar olup terakki etmek olduğuna inanan bir İslamcıdır. İsmail Hakkı’nın İslamcılığında batıyı taklit vardır. Lakin bu taklit, adet ve geleneklerini değil,  ilim ve fennini almak şeklinde bir taklit olmalıdır.

Bir İslamcı olarak İsmail Hakkı’nın Türkçülüğü ifrat derecesinde yaptığını iddia edenler olmuştur. Fakat Sebilürreşad mecmuasında Türkçülük ve Ziya Gökalp’e cevap niyetine yazdığı yazılarından milletini sevdiğini, lakin ırkçılık mesabesinde bir milliyetçiliği hoş karşılamadığını anlamak mümkündür.

Devlet-i Aliye’nin son döneminde yetişmiş ve birikimini Cumhuriyet dönemine taşımış ilim ehli mütefekkirlerimizden olan İsmail Hakkı’nın İtttihat ve Terakki ve ardından Cumhuriyet rejimi ile olan münasebetleri dikkat çekicidir. Bir zaman içinde bulunduğu İttihat ve Terakki hareketi, Osmanlının son döneminde payitaht karşıtı birçok kesimle birlikte İslam âlemini içine düştüğü durumdan kurtaracak bir terakki arayışında olan bazı İslamcıları da bünyesine dahil etmeyi başarmış bir hareketti. İslamcılardan bir kısmı İttihat ve Terakki çatısı altındaki vaziyetin kendileri için namünasip olduğunu fark edip erkenden ayrılmış, bir kısmı da verilen mücadelenin zıttı bir sonuç ürettiğini gördükten sonra ya alakayı kesmiş ya da pasifize olmuştu. Bunun haricinde, kurtuluş savaşında aktif rol almış bir çok İslamcı din alimi ve mütefekkir, yeni devletin kurucuları ile aralarında tebarüz eden hedef farklılığından dolayı bastırılmış, dışlanmış veya sineye çekilmişti.

Bunlardan bir kısmı ise, düşünce dünyasını oluşan yeni vaziyetlere göre revize ederek sistem içerisindeki yerini korumuştur. İzmirli İsmail Hakkı da bunlardan birisi olup, Osmanlının son döneminde yakaladığı ilmi şöhretini İtttihat ve Terakki hareketi içinde bulunarak ve ardından yeni tesis edilen Cumhuriyet rejiminin bir takım taleplerini karşılamak (Kuran meali, ulusal kurul ve kongreler ile bir takım resmi vazifelerde aktif rol almak) suretiyle devam ettirmiş bir âlimdir.

Hulasa;

İzmirli İsmail Hakkı, tabiatı itibari ile resmiyete rağbet eden bir kişiliğe sahipti. Birkaç istisna haricinde siyasi mecralarda bulunmak yerine mevcut şartları rahatsız etmeden kendisini ilme adamış bir âlimdi. Bir kısmı Sebilürreşad Ceride-i İslamiyesinde yayınlanan ve günümüz İslamcılarının dahi zor hazmedeceği samimi fıkhi görüşleri, kurucusu olduğu yeni ilmi kelam vasıtasıyla İslam muarızlarına karşı verdiği mücadelesi ve bazen reformist görüşlere sahip olmakla birlikte bu hususun İslam dinine zarar verdiğini anladığı anda mudafi vaziyet alan bir kişiliği ile anılmaya devam edecek İsmail Hakkı’ya Rabbimiz rahmeti ile muamele etsin

Selametle kalın