İslam Âleminin İçinde Bulunduğu Girdap DÜŞMANIN SİLAHIYLA KENDİSİNİ VURMAK

—“Hünkârım, anlayamıyoruz! Misal silah meselesi. Neden bizim fabrikalarımızda üretilsin? En iyilerini satın alıyoruz zaten.”

—“İmanın bize verdiği vazifedir bu Paşa!”

—“İman ile silahın ne alakası var?”

—“İman bize der ki, Düşmanın silahı ile silahlanın. Paşalar, Garp sanayileşti. İcatlar yaptı, silahlar üretti. Korkarım ki bu icatlar yüzünden bir milyon kişiyi öldürecek silahlarda yapacaklar. Peki, biz buna nasıl mani oluruz. Eğer biz onlardan evvel davranırsak, bu silahları biz üretirsek ki, bunları onlara karşı biz kullanamayabiliriz, Lakin bize karşı kullanmalarına mani oluruz. İşte bu sebeple fende, teknikte, terakki edeceğiz. Dört başı mamur bir devlet, dört köşesinde huzurlu bir millet olacağız. Ya da yok olacağız… ”

Sultan Abdülhamit ile Paşaları arasında geçtiği rivayet edilen bir diyalogda, Sultan Abdulhamit’in “İman bize derki” şeklinde temellendirdiği ve birçok kaynakta İslam Peygamberi Hz.Muhammed(sav)’e atfen “Düşmanınızın silahıyla silahlanınız” şeklinde hadis olarak kullanılagelen bu ifadenin birebir aynısı hadis kaynaklarında mevcut değilse de, daha kapsayıcı bir manayı Kur’an-ı Kerim’de bulmak mümkündür.

Enfal süresinin altmışıncı ayetinde: “Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda harcadığınız her şeyin karşılığı, zerrece haksızlığa uğratılmadan size tastamam ödenecektir.” buyurulmaktadır.

Taberi ve İbn Kesir, bu ayeti Ukbe b. Amir’den gelen “Rasulullah (sav), düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın ayetini okudu ve bilesiniz ki, kuvvet atıştır, kuvvet atıştır, kuvvet atıştır.(şeklinde tekrarladı)” (Müslim, İmare,167; Ebu Davud, Cihad,23; Tirmizî, Tefsiru sureti 8; İbnMace, Cihad, 19) sahih hadisi ile tefsir ederler.

İmam-ı Nevevi “Kuvvet atıştır” hadisinin şerhinde, Müslümanın bedensel zindeliğinden zamanın savaş araçları olan ata binmek ve ok atmayı öğrenmesine kadar cihad için gerekli her türlü kuvvetin hazır tutulması gerektiğini ifade eder.

Tarihin gördüğü en büyük kumandan olan Hz. Muhammed(sav)’in “Kuvvet atıştır” hadisini günümüz şartlarında değerlendirdiğimizde, şüphesiz kuvvet tanımına Askeri eğitim ve stratejik hazırlıklarla birlikte her türlü teknoloji ve teçhizatı dahil etmek mümkündür.

Pek tabi ki aslolan barıştır. Lakin barışı sağlayabilmenin önemli bir yolu cihada hazır olmaktır. Esas amacı caydırıcılık olan bu hazırlık, vatan savunması ve barışı yeniden tesis için gerekmesi halinde cihat edebilme kabiliyetidir.

Günümüz İslam aleminin siyasi, askeri ve teknolojik durumuna baktığımızda hali pür melâli ortadadır.

İlk yedi asırda her türlü bilimsel ve düşünsel faaliyetlerin merkezi olan ve siyasi ve askeri alanda büyük zaferler elde eden, sonraki birkaç asırda bu güçlü sermaye ile devam eden İslam âlemi, ne yazık ki son üç asırda “direksiyon başında şoförünü yitiren araç misali” başını bir sağa bir sola çarpmaya başlamıştır. Tefekkür kabiliyeti körelmiş, yapay sınırlarla birbirinden ayrıştırılarak her biri ayrı ayrı sömürge haline getirilmiştir. Eline tutuşturulan etnik ve mezhebi emzikle de birbirinin kanını emmeye devam etmektedir.

Batı, 18. ve 19. yüzyıllarda yaptığı sanayi devrimi ve Birinci Dünya Paylaşım savaşı akabinde gelişen teknolojisi ile İslam âlemi üzerinde siyasi, ekonomik ve teknolojik hâkimiyet sağlamıştı. Bu hâkimiyet, SSCB’nin 1990’lı yıllarda dağılmasının ardından gelen bilgi çağı ile birlikte tamamen perçinleşmiş oldu.

Hele de, batının her gün daha fazla ihtiyaç duyduğu yeraltı kaynaklarının büyük bir kısmı İslam coğrafyasında olunca, bu baskı daha aleni ve acımasız bir hal almıştır. İslam coğrafyasında yaşayan halk açlık ve sefalet içerisinde yüzerken, batı tarafından tayin edilmiş idarecilerine sömürdüğü kaynaklardan bir miktar vermek ve onlara (bu çıkarlarının bekçisi olarak kaldıkları sürece) koruma sağlamak suretiyle sömürgesine devam etmektedir.

Ne batı, ne de (darbe veya seçim oyunlarıyla başa gelmesini sağladıkları) işbirlikçi idareciler için Doğu Türkistan, Afganistan, Irak, Suriye, Yemen, Mısır, Libya veya sömürge dişlisi arasına kaderine terkedilmiş ümmetin diğer mağdurları olan Afrika’da işlenen cinayetlerin, sel gibi akan kan ve gözyaşının ve yaşanan diğer büyük trajedilerin hiçbir anlamı ve önemi yoktur.

Emperyalist Batı için esas olan menfaatlerinin devamıdır. Bu menfaatler hem ekonomik, hem ideolojik menfaatlerdir. Bu menfaatlerin devamı için yapay sınırlarla birbirinden ayırdığı halkı etnik ve mezhepsel bahanelerle sürekli olarak birbiriyle çatıştırmakta, o ülkelerde konuşlandırdığı askeri varlığı ile de bu çatışmaları sürekli körüklemekte, çatışmanın bir sonuç getirmediği veya aleyhe sonuçlanacağı durumlarda ise karakol görevi gören askeri varlığı ile duruma yerinde müdahale etmektedir.

Emperyalizmin sopası ve İslam coğrafyasındauç karakolu olarak askeri varlığıbir asırdır süren Amerika, özellikle 11 Eylül senaryosunun ardından gelen Irak ve Afganistan savaşlarının bir sonucu olarak bu varlığını ileri düzey teknoloji ile güçlendirilmiş karakollar olarak tarif edebileceğimiz askeri üslerle arttırdı.

Acı bir gerçek ama hâlihazırda Amerika’nın bölge ülkelerinde sayısı 50 bin ila 100 bin arasında değişen askeri ve 11 ülkede askeri üssü bulunuyor.

ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük askeri üssüne Katar ev sahipliği yapıyor. Başkent Doha’nın 30 kilometre batısında yer alan ve 3,8 kilometrelik pist uzunluğuna ve 120 hava aracı donatma kapasitesine sahip El-Udeyd Hava Üssü’nde yaklaşık 11 bin Amerikan askeri bulunuyor.

ABD’nin birden çok askeri ve hava üssüne ev sahipliği yapan Kuveyt’tin Ed-Doha Askeri Üssü’nde, 10 binden fazla Amerikan askerinin yanı sıra binden fazla tank ve yüzlerce uçak ile helikopter bulunuyor.

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)’nin Ez-Zufra Hava Üssü ABD’nin emrinde olup 5 bin civarında askeri ile birlikte yakıt ikmali, keşif uçakları ve insansız hava araçları bulunuyor.

Bahreyn’de de Amerikan Donanmasına ait 5. Filo bulunuyor. Başkent Manama’da yer alan ve bir uçak gemisi, denizaltı ve çok sayıda savaş uçağının bulunduğu üstte 4 binden fazla asker görev yapıyor.

Ürdün el-Şehid Hava Üssü’nde, hava kuvvetlerine bağlı 1200 ABD askeri görev yapıyor.  Ürdün ayrıca El-Akabe limanını ABD donanmasının hizmetine açmakta ve yapılan ortak tatbikatlarda ABD askeri sayısı on binleri geçmektedir.

Birden çok ABD üssünün bulunduğu Körfez ülkelerden biri olan Umman’daki Amerikan askerlerinin sayısı ile ilgili net bir bilgi bulunmuyor.

ABD’nin Irak’ta hali hazırda yaklaşık 5 bin askeri bulunuyor. Saddam Hüseyin rejimini devirmek için Mart 2003’te Irak’ı işgal eden ABD’nin bu ülkede bilinen 9 askeri üssü var. ABD, 2011’de Irak’tan çekilse de buradaki varlığını söz konusu askeri üslerle güçlendirmiştir.

ABD’nin İsrail’le ortak istihbarat üssü olarak kullandığı Kuzey Irak’taki Erbil Harir Hava Üssü ve Uluslararası Erbil Havalimanı’nında birer askeri üssü ile birlikte Irak’taki üs sayısı 11’i buluyor.

ABD, Suriye’nin kuzeyi ve kuzeydoğusunda terör örgütü PKK/PYD’yealan açtığı bölgelerde ise tam 18 askeri üs/noktası ve 2 bin civarında askeri personeli bulunuyor.

ABD dışında BAE’nin başkenti Abu Dabi’de 700 Fransız askerin bulunduğu Fransa daimi askeri üssü, Türkiye’nin Katar’da bir askeri üssü,  İngiltere’nin Bahreyn, BAE ve Umman’da farklı seviyelerde askeri varlığı biliniyor.

Körfez’in en büyük ülkesi Suudi Arabistan’da ise geçtiğimiz günlerde verilen asker giriş iznine kadar herhangi bir ABD üssü bulunmadığına dair bilgi doğru ama eksik bir bilgidir. Zira Başkent Riyad’daki “Prens Sultan Hava Üssü”, Irak savaşına kadar ABD’nin bölgedeki önemli üslerinden biri sayılmaktaydı. Ancak ABD, Suudilerin Irak savaşında bu hava üssünün kullanılmasına izin vermediği gerekçesiyle 2003 yılında buradaki askerlerini Katar’daki askeri üsse çekerek, Suudi Arabistan’daki askeri varlığını sonlandırmıştı. Ne yazık ki geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan’ın 500 Amerikan askerinin ülkesine girişini onaylamasıyla Amerika bu topraklara da yeniden yerleşmiş oldu.

ABD’nin aynı coğrafyada bulunan İran ve Türkiye ile ilişkisi, yukarıda bahsettiğimiz ülkelerden daha kadim bir ilişkidir. NATO ülkesi olan Türkiye’de İstanbul, Diyarbakır, İzmir, Adana, Malatya ve Ankara’da ABD’nin kullanımına açık birçok askeri üs söz konusudur. Mesela bunlardan İzmir askeri üssü, 42 uçak ve 300 asker-personeli, I-HAWK ve Roland füze sistemleri ve  Napoli’den 2004’te taşınan karargah ve Almanya’dan taşınan ABD 16. hava filosu ile en az incirlik kadar dikkat çekicidir. Fakat son yıllarda Türkiye’nin Amerikan hegemonyasından kurtulmaya dair attığı cesur adımlar, iç politikadan bağımsız olarak desteklenmesi gereken şahsiyetli adımlardır ki Türkiye’nin makul bir şekilde atıp başaracağı her bir adımın diğer İslam ülkeleri için rol model olması kaçınılmazdır.

Rusya’yı saymazsak, ABD’nin üs bulundurmadığı birkaç ülkeden birisi şimdilik İran’dır. Esasında İran’ın ABD ile yakınlığı Körfez ülkelerinden çok daha eski ve NATO üyesi olan Türkiye’den bile daha derindir. Bu ilişkiler devrim öncesi öyle yüksek bir seviyeye ulaşmıştı ki, 1971 yılında ABD adına resmi olarak körfez polisi vazifesi yapan ve Arap ülkelerini İsrail’e karşı takındıkları tutumda yalnız bırakan ve hatta batı adına İsrail hamisi gibi davranan ülke İran’dan başkası değildi.

Burada şu hususa değinmekte fayda var. ABD’nin bölgede yoğunlaşmasının en önemli iki sebebi, kuşkusuz ekonomik sömürgesine devam etmek ve İsrail’i korumaktır. Fakat askeri varlığını bölgede bulundurma gerekçesi sürekli kafa karışıklığı oluşturan bir gerekçedir. Gerek İngiltere ve İsrail’in, gerekse Amerika’nın İran ile yaptığı kavgalarının göstermelik olduğuna dair şüpheler son yıllarda iyice artmıştır. Danışıklı dövüş şeklinde tarif edilebilecek bu didişmenin sonuçları bakımından sürekli Sünni Arap bloku zarar görmekte, hep bu bölgelerde siyasi yıkımlar ve insani trajediler yaşanmaktadır. Herkesçe malumdur ki, Irak savaşında ABD’nin Saddam’ı bir an evvel devirmesi için Irak’taki Şii yapılanmalara İran tarafından ciddi telkinlerde bulunulmuştu. İran yanlılarınca yapılan bu açık telkinlerde, Şiilere yönelik olarak “Amerikan işgaline direnmek haramdır” şeklinde fetvalar yayınlandığını hepimiz biliyoruz. Bu durum bölge Arapları için öyle bir travmaoluşturmuştur ki,  İran’ın emperyal arzularından kaçarken Amerika ve batının himayesinde sığınmaya kadar gitmiştir. Araplar açısından öyle bir aciz bir durum oluştu ki, bölgedeki emperyalist politikaların lokal faydalanıcısı olarak İran ile global faydalanıcı olan Amerika arasındaki danışıklı dövüşte Amerikan himayesini kabul etmeye kadar götürmüştür. Bu öyle bir şuursuzluk halidir ki, dini ve mezhepselkılıf altında şiddetigünden güne artan ulusalcı İran’ın siyasi ve kültürel etkisinden kaçayım derken ondan daha acımasız olan global partnerinin avucuna düşme şuursuzluğudur.

Oysaki yakın bir tarihte,hem Amerika’nın en büyük üssüne ev sahipliğini yapan, hem de el atından İran’la köklü işbirliği devam eden Katar üzerinden Türkiye’ye benzer bir oyunoynanmıştı. Lakin köklü bir devlet tecrübesi olan Türkiye, bu oyunu erkence fark ederek ne İran’ın çekmek istediği cepheyedüşmüş, ne de Amerika ile girdiği mücadeleden taviz vermişti.

Gelelim en baştaki mevzumuza

Ne acıdır ki, hadis olarak rivayet edilen “Düşmanınızın silahıyla silahlanınız” sözünü Kafirin silahlarını alıp birbirinizi bu silahlarla vurunuz şeklinde anlayan şuurunu kaybetmiş Müslümanlarımız var. Ne acı ki çıkarları için bin bir fırkaya ayrılıp bin bir çeşit düşman silahıyla birbirini vuran gözü dönmüş insanlar var. Ne acıdır ki, ülkesindeki tüm zenginliği batılı silah tüccarlarına harcayan ve yüzyıl önce yapay bir şekilde çizilmiş sınırın ötesinde kalan komşusuna kafir milletlerden aldığı gücü düşmana kullanır gibiMüslüman akrabasına kullanan İslam ülkelerinin idarecileri var.

Biz Müslümanlardüşmanın silahı ile silahlanmak zorundayız. Düşmanın silahı derken gah onların ürettiklerini elde edip kullanacak, gah daha iyisini bizler üreteceğiz. Rasulullah (sav)’in buyurduğu üzere “Kuvvet atıştır” diyecek ve teknolojik yeniliklerin sahibi olacağız. Bunu sadece İslam topraklarındaki sulhu sağlamak üzere değil, bütün cihana adalet sağlamak üzere üreteceğiz. Bu şekilde siyasi ve ekonomik üstünlüğümüzü elde edeceğiz.  Zira Biz Müslümanlar şuna şahit olduk ki, askeri ve siyasi kuvvet kafirin elinde olursa dinsizlik ve zulme, Müslümanın elinde olursa Din-i Mübinin sağladığı adalete aracı olur. Tarihteki örneklerinden de anlaşılacağı üzere, Müslümanların geliştirip üretebileceği askeri teknoloji hem Müslümanların hem de bütün insanlığın yararına olur.

Evet.. Bugün için ciddi bir Batı tasallutu altında olduğumuz aşikârdır. Rahmetli Mehmet Akif’in “tek dişi kalmış” şeklinde tavsif ettiği bu canavarın kolları arasında sıkışıp kaldığımız aşikârdır. Hem kanı akıtılan, hem malı sömürülenin İslam coğrafyası olduğu ortadadır. Fakat bu tasallut bize yılgınlık vermemelidir. Etrafımızı kuşatan küresel şeytanın askerleri, idarelerimizi devralan küresel şeytanın temsilcileri, sosyal, dini ve ahlaki dokumuzu tarumar etmek isteyen küresel şeytanın toplum mühendislerine rağmen bu devran dönecektir. Zira bizleri her ne olursa olsun diri tutan şanlı bir mazimiz ve İlayiKelimetullah için sorumlu tutulduğumuz bir istikbal mücadelemiz var. Ama hepsinden önce elimizde nakit gibi duran bugünümüz var. Bugün Allah için şahsımıza, milletimize, ümmetimize ve gelecek nesillere yapmamız gereken şeyler var. Geri kaldığımız konularda göstermemiz gereken say ve gayret var.

“Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol..Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol” diyen Rahmetli Akif’in ifadesiyle bütün mesaimizi garbın ilmini almak ve terakki etmekle harcamak gerekiyor. Tabi bunları yaparken yine Akif’in ifadesiyle “Başka yerlerde taharriye heveslenmeyiniz. Onu kendinde bulur yükselecek millet, Çünkü her noktada taklit ile sökmez hareket.” diyerek kör taklitçilik etmeyerek ve Müslümanca ilkelerimizden taviz vermeyerek yapacağız.

Yani, düşmanın silahıyla silahlanalım derken düşmanın ahlaksızlığı ile ahlaklanmadan yapacağız.

Ya Allah deyip tez elden başlamalı.