Aile Politikalarımızda BA’DE HARAB’İL BASRA VAZİYETLER

İslam’da Ailenin Kutsallığı Meselesi

İslam’da kutsal addedilen yapılardanbirisi de ailedir. Gerek Kur’an-ı Kerim’de, gerekse Hz. Peygamberin sahih sünnetinde  evlilik ve aile konusunun önemine özellikle değinilir. Hele ki meşru evlilik ve neslin devamı meselesi,“Evlenmeye gücü yetip de evlenmeyen benden/ümmetimden değildir” (Taberanî)buyurulacak kadar İslam’ın önemsediğive teşvik ettiği bir durumdur.Nahl Suresi 72.ayette“Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı, eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar yarattı ve sizi temiz gıdalarla rızıklandırdı.” buyuran Cenab-ı Hak, insanın erkek ve dişi olarak yaratılmasındaki hikmete dair,“Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi nefislerinizden eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi de O’nun kanıtlarındandır. Doğrusu bunda iyi düşünen kimseler için dersler vardır.” şeklinde buyurmuştur.

(Kuran-ı Kerimde geçen “nefislerinizden eşler yaratma” ifadesindeki nefis birinin yekdiğerinden yaratılış üstünlüğüne değil, her ikisinin de aynı özden yaratıldığına işaret eder.)

Evlilik ve aile hayatını bu derece önemseyen İslam dini, evlilik sonrası boşanmalara kapıyı kapatmamakla birlikte,zaruri haller dışında mubah/hoşkarşılamaz. Ümmetin temel taşının aile olmasından hareketle (Batı modernitesinde kürek sallayan mahallenin yeşil feministlerinin bunu, kadının zaferi olarak sunmasının aksine) boşanmayı toplumsal bir yara olarak kabul eder. Dinimiz, “sırf hakkımdır”diyerek ümmetin istikbali olan çocukların terbiyesinden tutunuz da toplumda oluşacak fesada kadar birçok olumsuzluğa neden olan boşanma hakkının keyfi kullanımını kerih görür.Biz Müslümanlar inanırız ki, evlilik müessesesi, mayasında iman, sevgi, saygı, sabır ve tahammülün olduğu bir müessesedir. Bu maya ile bir takım eksiklik veya tabiat farklılıklarını çok rahat örtebilen bir müessesedir.Cenab-ı Hakk’ın bereket vadettiği bir müessesedir. Mademki evlilikte maddeten ve manen bereket vardır. O halde her Müslüman erkek ve kadının birbirine karşı ailevi sorumluluklarını bilip yerine getirmesi, bir takım basit hataları görmezden gelip hem bu dünyayı hem ahireti kazanması için çabalaması icap eder. Keyfi ve dünyevi bir takım arzular için başvurulacak boşanma, hem aile içi depreme, hem yakın çevrede ciddi huzursuzluklara neden olur. Tıpkı ani bir depremde sakinlerinin üstüne çöken ve yakın çevresine de ciddi zararlar veren binanın durumu gibi.Önemli bir farkla tabii ki. Deprem dünyevi zararlara yol açarken, boşanmada uhrevi riskler de söz konusudur. Müslüman olarak biz böyle inanır, böyle bilir, böyle yaşarız.

Batı’nın En büyük Saldırı Alanı: Aile

Birçok yazımızda ifade ettiğimiz üzere Birinci Dünya Paylaşım savaşının askeri cephesi 1918 yılında kapanmış olsa da, sosyal, dini ve ekonomik alandaki sömürüartarak devam etmiştir/etmektedir.

Batı emperyalizmi, İslam coğrafyasını fiziki işgalle yetinmemiş ve zihinleri de esir alarak bu işgali kalıcı hale getirmek istemiştir. İslam toplumunun dinini, imanını, ilmini, irfanını, istikbalini ve istiklalini çökertmenin öncelikli yolunun aile yapısını çökertmek olduğunu iyi hesap eden Batı, bu yüzden olmalı ki, en fazla saldırıyı aileye yapmıştır. Hassaten işgal edilmiş İslam topraklarında sömürü düzeninin kalıcı hale gelmesi için toplumun çekirdeği olan Müslüman ailenin zihnine ve kalbine yönelik yüksek yoğunluklusaldırılarını yüz yıldan bu yana sürdürmektedir.

Kur’an ve Sünnete bağlı Müslüman aile yapısının misyonerlik faaliyetleriyle Hristiyanlaştırılmasının zor olduğunu fark eden Batı, İslam toplumunu kalbinin tam ortasından vurmanın daha akılcı olacağına karar kılmış ve özellikle son 50 yılda görsel ve yazılı basın gibi kitle iletişim araçları vasıtasıyla evin içinden devam eden işgalini cinsellikten nikâhsız beraberliğe, modadan teşhire, özgürlük söyleminden zinaya kadar aşama aşama uygulamaktadır. Bir yandan İslam inancına uymayan batıl itikatları modernizm adı altında yerleştirmeye çalışmakta, öte yandan bu moderniteye uygun içki, kumar, teşhircilik, sefahat içeren yaşam tarzını her türlü kitle iletişim araçları ile toplumun kültürel ve dini kodlarını zehirlemeye fütursuzca devam etmektedir.Müslüman kadına İslami modernizm adı altında kerih bir yaşamı 28 Şubat gibi bir takım jakoben baskılarıdayattıktan sonra bu planlarını bizzat baskıdan bunalıp moderniteye a(l)danan mahallenin öz evladının eliyleson 20 yılda artırmıştır.

Üzülerek belirtmeliyiz ki, bugün emperyalizmin esaretine kapılan milyonlarca Müslüman, sınırsız özgürlük, demokrasi, eşitlik ve benzeri sarhoş edici algının zincirini fark etmeyecek derecede şuursuzlaşmakta ve zavallı bir esir vaziyetinde sürüklenmektedir.Hatta durum öyle bir acınası vaziyet almıştır ki, bir zamanların boyalı teyzelerinin yerini şimdiki boyalı eşarplı ablaları almış ve onların tahayyül edemeyeceği bir takım düzenlemeleri İslamcı bir iktidar eliyle yapmak peşine düşmüşlerdir.

Daha da üzücü olan kısmı ise sahada İslami camia adına görünür olan bazı kadınlar ve bu kadınlardan müteşekkil bir takım sivil toplum kuruluşları,  boyunlarına doladıkları esaret zincirini mücevher zannedecek kadar zihinsel esarete kapılmıştır. İslami hükümlerle çelişen modern yaşamda kat ettikleri mesafe zamanla fikirlerini de zehirlediği için, ortaya çıkan bu ciddi hasarın onarımını reddetmekte veya mevcut iktidar tarafından telafisine dahi mani olmaktadırlar.

Bir diğer acınası şey daha var ki, bunu telafi edebilecek etki ve yetki sahipleri,milyonlarca mazbut aile ve ev hanımının çığlıklarını duymasına rağmen, etraflarını çevreleyen ve milyonların çığlığından daha fazla gürültü yapabilen bu azınlığın çoğunluğu temsil iddiası ve etkisiyle elleri kolları bağlı vaziyette çatırdayan aile yapısını izlemektedirler.

Burada çok önemli bir hususu zikretmenin ve hatırlatmanın yerinde olacağı kanaatindeyim: Ümmetin ümit beslediği bir iktidarı teşevvüşe ve teğaşşüşe sevk edenlerin yaptıklarına dikkat çekmek ve iktidarla “Asr suresi”nin gereğini paylaşmaktan ibarettir. Konumuzun muhatapları dâhilhiç kimse, bu milletin tertemiz inancını, fikirlerini ve duygularını iktidarın karşıtıymış gibi çarpıtma ve bundan menfaat devşirmeye kalkışmasın, çünkü Hakkın/doğrunun er veya geç ortaya çıkma gibi bir hasleti vardır.

            Ba’de Harab’ul Basra Dememek İçin

Müslüman Anadolu aile yapımızda bugün geldiğimiz vaziyet, çatırdamadan öte vahim bir vaziyettir.Esasında çatırdayan şey toplumun temelidir. Yani, devletin direkleridir. Batı’dan ithal projeleri Müslüman Anadolu aile yapısına uyup uymadığına bakmaksızın sadece tercüme etmek suretiyle  uygulamaya konan bir takım düzenlemeler, oluşan fenavaziyeti telafi etmek bir yana, daha da işin içinden çıkılmaz bir hale sürüklemektedir.

Hem zaten yüz yıldır saldırı altında bulunan aile yapımız, bu ithal projeler ve bu projelere uygun yapılan kanuni düzenlemeler yüzünden beter bir hal almış, evliliklerin azalmasına karşın boşanmaların arttığı alarm seviyesine gelmiştir.Temelini İslam’a zıt feminist düşüncelerden alan ve Rockefeller, Soros gibi küresel şeytani aklın finansörleri tarafından desteklenen bu batıl projelerden mütevellit İstanbul sözleşmesi vb. düzenlemelerin Müslüman Anadolu aile yapısını darmadağın ettiği aşikârdır. Birkaç kötüörnek bahane edilerek getirilen bu düzenlemelerle kötülük önlenemediği gibi, mazbut ailelerin bile huzur ve düzeni bozulmuştur. Edinilmiş mallara ortaklık, tedbir, süresiz nafaka gibi akıl almaz kararları ve bu kararların ihlali halinde verilen hapis, tazminat ve evden uzaklaştırma gibi kararlar yaraya merhem olmak bir yana,boşanma patlaması, cinayet, şiddet vesaire gibi her gün katlanarak artan daha büyük yaralara yol açmıştır.

Bu yasal uygulamaların feci sonuçlarına şahit olan gençler ya geç evlenmekte, ya hiç evlenmemektedir. Allah’ın kerih gördüğü helallerden olan boşanmayı zorunlu haller için kullanmak yerine,bir takım cazip teşvikler ve enaniyeti tavan yaptıran bir takım süslü sözcüklerle teşvik etmek suretiyle evlilik süreleri oldukça kısaltılmıştır. Ailenin dağılması beraberinde geleceğimiz olan çocuklardaahlaki bozulmaya ve potansiyel suçlu bir nesil yetişmesine sebep olmuştur.

Daha da açık bir ifadeyle, aile ve toplum çatırdamakta ve buna bağlı olarak devlet çöküşe sürüklenmektedir. İnsan fıtratına ters düzenlemeler yüzünden giderek artan şiddet ve buna bağlı cinayetlerin sayısı 15 Temmuz hain darbe girişiminin bile üzerine çıkmıştır.

Hâsılı sözü fazla uzatmaya gerek yoktur. Son yıllarda bu tehlikelere dikkat çeken onlarca uyarı yazıları yayınlanmaktadır. Kadına şiddet ve cinayetlerin bu yasal düzenlemeler sonrası her geçen gün arttığına dair raporlar yayınlanmaktadır. İthal düzenlemelerden dolayı evliliklerin azaldığı, mutsuz evlilik ve boşanmaların tavan yaptığına dair gerçekçi rakamlarla uyarılar yapılmaktadır. Toplumun evlilik dışı birliktelik gibi ahlak dışı yaşamı kolaylaştıran düzenlemeler ve kontrol edilmeyen basın yayın organları yüzünden iflas noktasına geldiğini haykıranlar olmaktadır.Bu haykırışlar toplumun geleceğinden endişe eden insanların haykırışlarıdır. Bu haykırışların hiçbirisi siyasi tarafgirlik veya muhaliflik niyeti taşıyan haykırışlar değildir.Neredeyse on yıldır dozu giderek artan ve hiçbir dünyevi menfaat gütmeyen bu uyarıların hemen hemen hepsi samimi ve acilen dikkate alınması gereken uyarılardır.

Yapılması gereken şey bellidir.

Adalet gözetilmediği sürece süslü ve büyüleyici bir kelime olan eşitlik veya toplumsal cinsiyet eşitliğibenzeri ithal kavramların bu topluma bir hayrı olmadığı gibi şerre ve Lut kavmine birer davetiye hükmüne gelmiştir.Oldukça istismara açık bukavramlardan yola çıkarak yapılan düzenlemeler gözden geçirilip onun yerine adalet ve hakkaniyetin gözetildiği Anadolu ruhuna uygun düzenlemelerle aile yapısı yeniden güçlendirilmelidir.

Yine cezbedici bir sözcük olup sonuçları itibariyle faydadan ziyade zarar veren güçlü kadın söylemindenbeslenen politikalar terkedilmeli, onun yerine yaratılış itibarı ile güçlü veya zayıf yönleri farklı kadın ve erkeğin gereksinimlerine göre politikalar üretilmelidir. Zira biz bilir ve inanırız ki, Cenabı Hak (cc) insanoğlunu birbirini tamamlaması, birbiriyle ısınıp kaynaşması, aralarından sevgi ve şefkat duygularını yaşaması için erkek ve dişi olarak yaratmıştır. Birbirinden ayrışması ve uzaklaşıp nefret etmesi için değil.

Öyleyse, evlenmemeyi veya boşanmayı teşvik eden bir aile politikası yerine kadının birincil misyonunayaklarının altına cennetin serildiği annelik misyonu olduğuna dair bilinçlendirmeler ve bu bilinçlendirmeye uygun şekilde aileyi maddeten ve manen koruyan teşvikler sağlanmalıdır ki, oluşan zarar bundan sonrası için kısmen telafi edilsin.

Güllük gülistanlık giden aile yapısını korumak üzerine değil de boşanmalar üzerine yürütülecek politikaların varacağı sonucun; imdat butonu, elektronik kelepçe vb. komik tedbirlerden öteye geçmeyeceğinden hareketle,hiç olmazsa hâlihazırdakiaile hayatını uzun ömürlü kılacak Anadolu ruhuna uygun düzenlemelere dönülsün.

Eğer Batı’dan ithal bir takım tedbirlerin hayrı olsaydı, bu hayır en son teknolojik aletlerin bulunduğu Avrupa’ya olur ve şiddeti çözerdi. Dolayısıyla iş işten geçmeden önce aile kavramına mesafelerce uzak olan bazı feminist derneklerin etkilerinden sıyrılıp gerçekleri görmek ve Anadolu aile yapısına uygun tedbirleri almak zamandır.

Son dönemlerde kadını koruduğu öne sürülüp peş peşe çıkartılan ama şiddetin daha da artması ve evlilik sürelerinin kısalmasına neden olanve daha çok boşanma odaklıbir takım düzenlemelerden vazgeçerek sağlam bir aile yapısı için politikalar üretmek ve uygulamakzamandır.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın evliliğe ve çocuk sayısına ne denli önem verdiğini bilmeyenimiz yoktur.Bu hususta aynı samimiyeti MEB ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığıbaşta olmak üzere ilgili tüm bakanlıklar da göstermelidir. Bir yandan zorunlu nedenlerle dağılmış ailelerde kadını koruma görevini sürdürüp, öte yandan süregelen evliliklerin devamı için acil tedbirler almalı ve erkeğe karşı fıtratın ötesinde sözde güçlendirilmiş kadın yerine, erkeği ve kadını fıtrat üzerine bir arada tutan aile kavramından sorumlu olduğunu gösteren çalışmalar yapmalıdır.

Kadının ihtiyaç duyulan alanlarda veya (sosyal devlet anlayışında bu olmaz, ama farz edelimki) geçinmek için bir işe şiddetle ihtiyaç duyduğu zamanlarda uygun ortam koşulu ile çalışması normaldir. Fakat bu ihtiyaçlar hâsıl olmadan onu evinden zoraki çıkartarak veya çıkmak mecburiyetinde bırakarakevladını bir başkasına teslim etmesini dayatan cazip maddi teşvikler küllen vebaldir.

Bu cazip teşvikleri bu şekilde kullanmak yerine mazbut aileyi korumaya harcamak gerektir. Örneğin, milyonlarca çalışan erkeğin ev hanımı eşine evliliğin karşılığı olarak verilen aile yardımı (veya değeri) ile boşanma sonrası sağlanan imkânlarıkarşılaştırdığımızda bile aile kavramına önem verilmediğini görmek mümkündür. Yine dağılmış bir ailenin ortada kalmış güzelim çocuklarına devletin sağladığı imkânlar ile ailesinde kalan çocuk için konaklama, yemek, kırtasiye, ulaşım, eğitim öğretim gibi tüm giderlerinin karşılığı verilen çocuk yardımını karşılaştırdığımızda vahim bir tablo ortaya çıkmaktadır. Keza milyonlarca mazbut ailenin ev hanımına çalışmanın en kutsal yönünü, yani çocuklarına annelik vazifesini yaptığı için ciddi destekler vermek ve geleceğimiz olan çocukları yetiştirdiği için kendilerini onure etmek yerine güçlü kadın söylemiyle önce evinden uzaklaştırıp ardından boşanma patlaması yaşatmak ve sonrasında da hem boşanan kadına, hem de ortada kalan çocuklara öncekinin onlarca katı maddi imkanlar sağlamak akıllıca olmadığı gibi, milli ve manevi bir aile politikası da değildir

Hulasa;

Devlet baba, millet anadır. Anneyi ve evladından müteşekkil yuvayı en iyi şekilde korumak ve geleceğe hazırlamak babanın vazifesidir. Devletin vazifesi, boşandıktan sonra yapılacak onca konferans, emniyet tedbirleri vs. masraflar yerine evlilikleri teşvik etmek, cazip hale getirmek ve sonrasında idamesini sağlamaktır. Bunu sağlamanın belkide en öncelikli yolu, aile yapısını tahrip eden düzenlemelerden gusül abdesti alır gibi temizlenmek ve uzaklaşmaktır.