Küresel Şeytani Aklın Yeni Sömürü Düzeni ŞİRKET EMPERYALiZMİ

Küresel Şeytani Aklın Yeni Sömürü Düzeni

ŞİRKET EMPERYALiZMİ

(Kapitalizmden Emperyalizme Evrilen Evanjelik-Yahudi Tahakkümü)

 

Sermaye anlamındaki “Kapital” kelimesinden türetilen Kapitalizm, feodal sistemin yıkılmasının ardından ortaya çıkan ekonomik bir sistemdir.

Bu sistemde her şeyin değerini para belirler. Özel şahıs mülkiyetinde olan üretim, azami kar sağlamak adına yapılır. Bu üretimin sahipleri, aynı zamanda hayal edilen her şeyin sadece parayla satın alınabileceği tüketim çılgını bir toplum oluşturmak için de gayret ederler.

Kapitalizm, her ne kadar XVI. yüzyıldan sonra Avrupa’da yerleşmeye başlamışsa da, işin esasında, kökeni ilk çağlara kadar uzanan bir ekonomik sistemdir.

Fakat araştırmacılar, daha ziyade İngiliz sanayisinin gelişimine bağlı olarak XVII. yüzyıl ve onu takip eden yüzyıllarda gelişen kapitalizmi esas alırlar ki, bizler bu sistemin emperyalizme evirilmeye başladığı son safhasının kısa özetini yapmakla yetineceğiz.

Sermaye temelli kapitalizmin bu safhasının insanlığa sunduğu en büyük hedef, zenginlik ve sınırsız tüketim hedefidir. Bu hedef, etkisi altına aldığı bireylerin “Ene” duygusunu sürekli beslemiş ve ortaya koyduğu piyasa fırsatçılığı ile ahlâk kurallarını tarumar eden acımasız bir rekabete itmiştir.

Piyasa fırsatçılığı ve acımasız rekabet, bir yandan sırtından beslendiği tüketim toplumunu yoksulluğun pençesine doğru sürüklerken, öte yandan, yeni kazanç kapıları için sınır ötesi toplumların doğal kaynaklarını teslim almanın hesaplarını yapmaya götürmüştür.

İşte tam bu nokta, kapitalizmin emperyalizme doğru evirildiği noktadır.

Sınır ötesi kapital arayışında zayıf kalan bireysellik,  güçlü devlet mekanizmalarının sömürü dürtülerini harekete geçirerek küresel ölçekli bir tekelleşmenin yolunu açmıştır.

Sömürü amaçlı yayılmacılık anlamına gelen emperyalizm, gelişmiş ülkelerin, az gelişmiş ülkeleri ekonomik, siyasi ve askerî alanda etkisi altına alması şeklinde tanımlanabilir.

Doğal kaynak sömürüsünü de kapsayan bu etki, sadece bunlarla sınırlı kalmaz ve çıkarların sürekliliği adına toplumların din, dil ve kültür değişimi dâhil her alanda kendisini gösterir.

Burada etkileyen veya etkilenen aktörler değişkenlik gösterebilir. Bu, bir ülke olabileceği gibi, etnik veya dini birlikteliği olan farklı ülkeler veyahut küresel fikir ve çıkar toplulukları da olabilir.

İşin özünde, baskın bir çıkar grubunun veya onu temsil eden güçlü bir devletin tüm dünya ülkeleri üzerinde kapsayıcı bir hegemonya oluşturarak çıkarlarını sürdürme çabası vardır.

XIX. yüzyıl, Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın Avrupa tarafından, Merhum Mehmet Akif’in  “Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!” ifadesini aratmayacak derecede acımazsız sömürüsüne sahne olmuş bir yüzyıldı.

Hem zaten emperyalizm kavramı, ilk olarak İngiltere’nin Güney Asya, Çin, Afrika, Orta ve Güney Amerika ile İslam Coğrafyasına yönelik yürüttüğü sömürge imparatorluğu politikalarını ifade etmek adına 1870’li yıllarda en net şekliyle kullanılmıştır.

XVI. yüzyıldan sonra ekonomik bir sistem olarak kabul edilen Kapitalist sistemde, zenginlikle fakirlik arasındaki oran 1/2 iken, emperyalist yağmacılık yüzünden günümüzde bu oran 1/60 seviyesini aşmış durumdadır.

Dünyanın en zengin ilk beş kişisinin sermayesi tüm Afrika ülkeleri dâhil tam 50 ülkenin gelirinin üstündedir.

Dünyanın en zengin ilk 250 kişisinin elindeki sermaye, her yıl milyonlarcasının açlıktan öldüğü dünya nüfusunun asgari ihtiyaçlarına denk gelen bir sermayedir.

XIX. yüzyılda İngilizlerin başını çektiği emperyalizm, XX. yüzyıla gelindiğinde, merkez üssü yine İngiltere olmakla birlikte kolektif bir aklın güdümünde, İngiltere’nin eski kolonisi ABD eliyle devam etmiştir.

Kendi ifademizle  “Küresel Şeytani Akıl”  şeklinde adlandırdığımız bu akıl, devraldığı görevin ilk aşamasını daha sistematik bir şekilde yürüterek kısa sürede tamladıktan sonra  ekonomik ve dini sömürünün yönünü büyük oranda İslam coğrafyasına çevirmiştir.

Sebilürreşad takipçileri, …. sayıda kaleme aldığımız “İslam Coğrafyasında Açık Bırakılan Adisyon: Birinci Dünya Savaşı” başlıklı yazıyı okumuşlardır. Bu yazıda değindiğimiz üzere Batı, 1914’te başlayan paylaşım savaşında, kendi arasındaki hesabı kısa sürede tamamlamış olsa bile, Osmanlı mirası topraklar üzerindeki dini ve ekonomik hesap adisyonunu günümüze kadar kapatmamıştır.

Emperyalizmin yeni mümessili ABD’nin, İslam coğrafyasına yüklenmezden önce sorunsuz bir kutsal ittifak çatısı oluşturmak adına İslam dışı unsurlara uyguladığı vahşi yöntemlerin faturası da hayli ağır olmuştur.

1939 yılında Madrid’i ele geçirerek bir milyondan fazla insanın kanını döken General Franko, hem Avrupa’yı hem Afrika ve diğer sömürge topraklarını kan gölüne çeviren Portekiz diktatörü Salazar ve İtalyan Mussolini dâhil tüm diktatörlerin bu eylemlerinin arkasında Emperyalizmin önemli bir kuruluşu olan Amerikan CIA teşkilatı her daim aktif rol oynamıştır.

Yine Avrupa içlerinde Yugoslavya, Kosova, Bosna Hersek, Makedonya’daki katliamlardan tutunuz, Kuzey Amerika’daki Kızılderili katliamları ve Güney Amerika’daki soykırımlara, Kore’den Kamboçya’ya, Endonezya’dan Doğu Timor’a,  Filipinler’den Vietnam’a, kadar dünyanın her tarafındaki kirli ve kanlı operasyonların tümü istisnasız Amerika’nın eseridir.

Küresel şeytani akıl, Amerika’ya bu yolu açmakla, hem emperyalist ülkeler arasındaki rekabeti sonlandırarak tek bir devlete ihale etmiş, hem de İslam dışı unsurlar arasındaki zorunlu kutsal ittifak ortamını bu şekilde sağlamayı başarmıştır.

Amerika’nın ilan ettiği dünya liderliğine itiraz eden Sovyetler Birliğinin dağıtılmasıyla birlikte tamamen tek kutuplu bir dünya düzeni oluşturuldu ve hemen ardından İslam coğrafyasına dair birinci dünya paylaşım savaşından kalma haritalar servis edildi.

Emperyalist yapı, bir yandan yarım kalmış bu paylaşımı tamamlamak için plan üzerine plan yaparken, diğer yandan işgalin sürekliliğini sağlamak adına sürekli yöntem güncellemesine gitmektedir.

Sömürgenin başını çeken İngiliz devletinden görevi XX. yüzyılda ABD’ye devreden şeytani akıl, İslam coğrafyası üzerinde askeri güçle elde edilen işgali kalıcı kılmak adına legal görünümlü illegal kontrol ve baskı mekanizmalarını devreye sokarak siyasi, ekonomik, dini ve kültürel işgali her geçen gün biraz daha derinleştirmektedir.

Bu akıl, IMF ve Dünya Bankası gibi küresel kontrol mekanizmalarının yanı sıra, Rothschild, Rockefeller gibi seçilmiş ailelerin gücü üzerinden ekonomik sömürü ve kuşatma politikalarını tüm hızıyla sürdürmektedir.

Türkiye başta olmak üzere herhangi bir bölgede oluşacak bağımsız ekonomik hareketlenmeleri bu kuruluşlar vasıtasıyla anında engellenmektedir ki, 17-25 Aralık hadiseleri de buna verilebilecek yakın dönem çarpıcı örneklerden sadece birisidir.

Son olarak Irak, Libya, Yemen ve Suriye’de başlayan uyanış hareketlerini bastırmak için doğrudan yapılacak müdahalenin ekonomik ve insan kaynağı bakımından yıkıcı olacağını hesaplayan emperyalist yapının, laboratuvar ürünü terör örgütleriyle bu uyanış hareketlerini çirkef bir şekilde bastırması herkesin malumudur.

Yine bu çirkefliğin ardından aynı bölgelere kurtarıcı pozisyonunda müdahale ederek, süreci sömürge düzeni lehine çevirmeye çalıştığı da herkesin malumudur.

Bu bakımdan NATO, emperyalizmin çok kullanışlı bir malzemesidir. Hem terör örgütlerini laboratuvar ortamında üreten, hem de kendi üretimi olan terör örgütlerine karşı insanlığın kurtarıcı silahlı gücü gibi devreye giren bir malzeme..

Emperyalist yapı, IMF ve NATO gibi kuruluşlar sayesinde süreci öyle rahat yürütmektedir ki, Ortadoğu’nun zengin enerji kaynaklarının kullanımını dahi periyodik takvime bağlamış gibidir. Öyle ki, daha önce ajandasında bulunmasına rağmen açmadığı Rakka başta olmak üzere Kuzey Suriye ve benzeri zengin enerji bölgelerindeki hesabını henüz yeni açmaya başlamıştır..

Üstelik doğrudan savaşın haçlı dünyası için yıkım olabileceğini iyi bilen emperyalist yapı, eskisi gibi direk müdahale yerine kontrolü altındaki yapay devletçik veya terör örgütlerini bu bölgelerde kullanarak Müslümanlar arasında bıçak yarası uzun yıllar kapanmayacak acı bir hesap kesmeye başlamıştır.

Böylesi bir hesabın neticesi, bölgede akan kardeşkanı, gözyaşı, fitne ve fakirliğe mukabil, batıya akan petrol, refah ve zenginlikten başka bir şey olmayacaktır.

Burada şu noktayı belirtmeden geçmeyelim.

Obama döneminden örgüt mantığıyla sevk ve idare edilen ABD, Trump sonrası tamamen kural tanımaz ve madde bağımlısı şirket mantığıyla yönetilmeye başlamıştır.

Amerika, özellikle 11 Eylül kurmacası sonrasında emperyalist yapının temsilcisi olan Exxon, Cheuron, Gulf, Texaco, Shell, BP ve Mobile gibi çok uluslu dev şirketlerin doymak bilmeyen ihtirasına teslim edilmiş durumdadır.

Evanjelik-Yahudi olan ailelerin sahibi olduğu bu şirketler aynı zamanda emperyalizmin yeni gücü olup bu gücün merkezi her ne kadar Amerika olsa dahi, Amerikan halkı da tüm dünya hakları gibi emperyalizmin baskısı altında ezilmeye başlamıştır.

Şirket emperyalizmi, 100 yıllık zaman içerisinde edinilen sömürge sistemine yeni kaynaklar bulmak için bir önceki dönemden daha hırçın davranmaya başlamıştır.

Haliyle her ne kadar Suriye, Irak ve diğer bölgelerde vitrinde Amerikan devleti var gibiyse de esasında arka plandaki şirketlerin tasarrufu söz konusudur.

Küresel şeytani aklı oluşturan bu şirketler, İslam coğrafyasından elde ettiği refah ve zenginliğin, yine bu coğrafyada oluşacak siyasi ve ekonomik bilinçle elinden gideceğine dair her daim endişelenmiş ve bu yüzden sürekli yeni tedbirler almıştır.

Lakin ın işgal edilmiş İslam topraklarında artacak İslami bilinçten duyduğu endişe, bağımsız ekonomik hareketlenmelerden duyduğu endişeden çok daha fazladır.

Zira fethedilen bölgeleri, yine o bölgelerin öz kaynakları ile terakki ettiren Rahmani akıl ürünü İslami nizamın yeniden hâkim olması demek, en az 300 yıllık temele sahip şeytani aklın sömürü nizamının altüst olması demektir.

İşte bu yüzdendir ki, XX. yüzyılda İslam coğrafyasına yönelik yürütülen savaşı “Türklerin askeri gücüne değil, zihinlerine ve kalplerine karşı verilen bir savaş” şeklinde tanımlayan İngiliz ajanı Lawrence Lawrence’in, dikkat çektiği dini işgali, İslam coğrafyasında devam eden siyasi ve ekonomik çıkarlarını güvence altına almak adına öncelemiş ve sosyal, kültürel işgali de bununla eş zamanlı olarak yürütmüş ve halen yürütmeye devam etmektedir.

Önceden işgal edilmiş topraklar üzerinde sürekli bölme, parçalama, iç isyan, yeniden siyasi dizayn gibi sömürünün sürekliliğini sağlayan toplumsal mühendislik çalışmalarını aralıksız sürdüren emperyalist yapı, zihin ve kalplere yönelik oryantalist çalışmalara son yüzyılda daha fazla ağırlık vermiş ve mevcut İslam inancına uymayan batıl itikatları modernizm adı altında yerleştirmek suretiyle İslam toplumları arasında fikri ayrılık tohumlarını yeşertmeyi başarmıştır.

Oryantalistler tarafından özellikle Mısır’da yeşertilip İslamcı aydınlar vasıtasıyla İslam dünyasına ihraç edilerek günümüze taşınan bu mirasın bugün için en büyük temsilcileri, aklı fazlaca ön plana çıkaran türedi cemaat hocaları ile modernist ilahiyatçılardır.

Geçmişe ait şahsi bir hatıra: Tamamen orijinal Arapça kaynaklardan faydalanarak hazırladığım akademik bir çalışmanın kaynakçasında mutlaka birkaç müsteşrik(oryantalist) bulunması gerektiği not düşülerek ret edildiğini bizzat yaşayanlardanım. Oysa kaynakçamda bulunması dikte edilen oryantalistlerin istifade ettiği ana kaynaklar, benim baştan beri orijinalini kullandığım kaynaklardı. Üstelik Arapça biliyor olsalar bile İslam veya Arap zihin dünyasına uzak oldukları için çok zaman yanlış yorumladıklarına şahit olmuşsam da, geçerli akçe kabul edildiği için birkaçını göstermelikte olsa kaynakçama eklemek zorunda kalmıştım.

İşte ekilen bu tohum sayesinde, yüzyıllarca İslam kardeşliği hukukuyla bir arada yaşayan halkları etnik veya mezhepsel nedenlerle birbirine kırdırmayı, dostu düşman, düşmanı dost göstermeyi büyük ölçüde başarmışlardır.

Emperyalizm, görsel ve yazılı basın gibi kitle iletişim araçları vasıtasıyla kültürel işgal başlatmış,  modadan eşyaya, nikâhsız beraberlikten uyuşturucu iptilasına, yemekten diyete, zinadan lüks tüketim alışkanlığına, filmden tatile,  cinsellikten kumara, müzikten spora kadar kapitalizmden devraldığı bütün sömürü unsurları ile her geçen gün daha fazla kuşatmıştır.

Bu gün bu yapının hızlı iletişim teknolojisi diye kullanıma sunduğu İnternet ve  sosyal medya araçları, işgal edilmiş İslam coğrafyasında hangi habere ne şekilde ulaşılması gerektiğinden tutunuz, hangi gündemin ne sıklıkla takip edilmesi  gerektiğine kadar algıyı kolaylıkla yönetebilir duruma gelmiştir.

Vuku bulan olaylarda hangi tarafın tarafı olunması gerektiğinden tutunuz, olaylara nasıl bir yaklaşım gösterilmesi gerektiğine kadar zihinleri kolaylıkla yönetebilmektedir.

  1. yüzyılda Emperyalist Misyonerler, on yıllarca sürede ancak birkaç kişiyi Hristiyan yapabildiklerinin farkına vardıkları için, Hristiyanlaştırmaktan ziyade İslam’ı (yukarıda kısmen değindiğimiz oryantalizm marifetiyle) içerden zayıflatmanın ve milyonlarca Müslümanı dininden uzaklaştırmanın daha akılcı olacağına karar vermişlerdi.

Bu karardan hareketle, temelinde  ilahi düşünceye karşı olan hümanizm gibi bir takım cici görünümlü akımlardan tutunuz da, cinsiyet eşitliği, özgür birey, özgür yaşam gibi cezbedici kavramlarla Müslümanları geleneksel değerlerinden soğutarak kendilerine hatırı sayılır oranda köle edindiler.

Bir yandan cezbedici bu kavramlarla Müslümanları köle edinirken öte yandan Afrika’da olduğu gibi yapay bir açlık ve sefalet ortamı oluşturarak hem sömürmüş, hem bu kanını emdiği bu toplumları yardım bahanesiyle emperyalist keşif kolu sayılan misyonerler vasıtasıyla Hristiyanlaştırdılar.

İçki, kumar, teşhircilik, sefahat içeren yaşam tarzını İslam coğrafyasının işgal edilmiş topraklarında modernlik adı altında dayatırken, öte yandan İslam’ın gerici, vahşi, terörist unsurların ana sebebi olduğuna dair yalanlara bizzat bu topraklarda yaşayan Müslümanların bile inanmalarını sağladılar ki, Müslümanlarının cihad, şehadet veya şeriat gibi unsurlardan şiddetle kaçınması dahi bu oryantalist/misyonerlik çalışmalarının bir neticesidir.

Lawrence’nin bedeni esaretin süreklilik kesp etmeyeceğinden hareketle Müslümanların mutlaka gönül ve zihin dünyasının esir alınmasına yönelik tavsiye ettiği savaşın halen devam eden ikinci evresinde yüz milyonlarca beden, duygu ve düşünceleri ile birlikte esir alınmış vaziyettedir.

Milyonlarca Müslüman, Emperyalizmin boynuna doladığı zinciri mücevher zannedecek kadar zihinsel esarete kapılmış ve üstelik sınırsız özgürlük, demokrasi ve benzeri sarhoş edici algının esiri olduğunun farkına varamayacak kadar zavallı bir esir vaziyetinde sürüklenmektedir.

Lakin tüm bunlara rağmen İslam camiası, büyük bir camiadır.

İslam dini, kıyamete kadar sürecek bir dindir.

İslami bilinç, gönül ve zihin dünyasında hiç sönmeyecek bir nurdur.

Kapitalizmin lokal bölgelerde çekirdeğini attığı tüketim çılgınlığı ve tüketime dayalı yeni yaşam biçimini devralıp daha da geliştiren ve bunu tüm dünyaya enjekte etmeyi başaran Emperyalizmin, İslam coğrafyası dışındaki topraklarda ekonomik abluka ve misyonerlik çalışmasını kutsal ittifak çatısı altında hızlı bir şekilde tamamladığı bir vakıadır.

İslam ülkelerinin neredeyse hepsini siyasi, askeri ve ekonomik baskı altına almayı başardığı bir hakikattir.

İslam coğrafyasında da milyonlarca Müslümanın yaşam biçimini kendisine göre biçimlendirerek duygu ve düşünce esiri yaptığı görünen başka bir hakikattir.

Lakin;

Tüm bunlara rağmen Müslümanların zihin ve kalplerinde geçmişe ait toplumsal hafızayı tamamıyla silmeyi kesinlikle başaramamıştır ki, buna verilebilecek en son örnek 15 Temmuz hadisesidir.

Bu hadise göstermiştir ki, İslam coğrafyasında devletlerin ana hafızası defalarca resetlense dahi, Müslümanın toplumsal hafızasında bir  nüshası her daim saklı durmaktadır.

Küresel şeytani akıl, zihinsel nekahet döneminde olduğunu sandığı Anadolu insanının hiç beklenmeyen bu tavrının bütün İslam coğrafyasına lokomotif olacağı korkusuyla bölgeye dair yeniden dizayn çalışmalarını son 2 yıldır inanılmaz bir hızla arttırmıştır.

ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde gösterdiği hırçınlığın temelinde de bu yatmaktadır.

Her ne kadar bu hırçınlığın sebebi şirket emperyalizminin enerji gibi ekonomik gerekçelerse de, biz yine diyoruz ki, buna mani olmanın yolu emperyalizm sofrasına küçük bir lokma ile ortak olmaktan değil,  maneviyat hamuruyla yoğrulmuş milli bilinci diri tutmakla mümkündür.

İşsizlik ve yoksulluğun günden güne arttığı,  sefahat ve sefalet ehli arasındaki mesafenin günden güne açıldığı,  fakirlerin milyarder hikayeleri dinletilmek suretiyle zihinsel uyuşturucu bataklığında yüzdürüldüğü şirket emperyalizminin acımasız dişlilerinden kurtuluşun yolu maneviyatı güçlendirilmiş bir toplumun İttihad-ı İslam’ından başka bir yol değildir.

Hasan El-Benna’nın ifadesi ile önce Müslümanlar emperyalizmi ruhlarından atmalılar ki, emperyalizm onların topraklarından uzaklaşsın.

Önce zihinlerdeki prangaları bir bir kırmalı ki, İttihad-ı İslam gerçekleşsin.

İttihad-ı İslam gerçekleştiğinde şirketlerin sunacağı lokmalar yerine tam iki okyanus, üç kıta ve sekiz deniz arasındaki enerji ve maden kaynakları şirket emperyalizminin elinden çıkacak, bu coğrafyada akan kan ve gözyaşı bir anda kesilecektir.

Bu ittihad, sadece İslam coğrafyası için değil, bütün dünya için yaşanılır adil bir düzen sunacaktır.