Güç Zehirlenmesinden Şiddetli İç Kanamaya THE PATİENT AMERİCA / HASTA AMERİKA

Güç Zehirlenmesinden Şiddetli İç Kanamaya

THE PATİENT AMERİCA / HASTA AMERİKA

 

 “Hasta Adam” Deyiminin Tarihçesi

“Hasta Adam” tanımlaması, tarihte ilk kez Rus Çarı I. Nikola tarafından Osmanlı İmparatorluğu için kullanılmıştı.

Ne var ki, İngiltere’nin Rusya elçisi Seymour aracılığıyla her tarafa yayılan bu benzetmenin hemen ardından gerçekleşen Kırım savaşında, Osmanlılar Rusları yenmiş, bu benzetmenin sahibi Çar I. Nikola ise aynı savaşta ölmüştü.  Tarihler 1917’yi gösterdiğinde ise, Bolşevik ihtilali yaşayan Rus imparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğundan daha önce tarih sahnesinden çekilmişti.

O günün şartları içerisinde mütalaa edildiğinde, hasta adam yakıştırması, iç ve dış sorunlarla uğraşmaktan bitap düşmüş Osmanlı için bir hakikatti. Ama İslam coğrafyasının bayraktarı Osmanlı İmparatorluğu için şüphe götürmez başka bir hakikat daha vardı ki, o da, sadece son dönemlerinde değil, en güçlü döneminde dahi İslam karşıtı kutsal ittifakın hedefindeydi.

Yani bugün için dünden çok daha sistemli çalışan ve küresel şeytani akıl olarak isimlendirebileceğimiz aklın sürekli hedef tahtasıydı.

XIX. yüzyıldan itibaren kendi himayesinde yeni bir dünya düzeni planlaması yapan bu aklın kirli planlarından sadece hasta adam benzetmesi yapılan Osmanlı İmparatorluğu değil, en güçlü dönemlerini yaşayan diğer imparatorluklar da nasibini almıştı.

Nitekim Birinci Dünya (Paylaşım) savaşında, Osmanlının dışında kalan Rusya, Almanya, Japonya ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları da diskalifiye edilerek iki kutuplu yepyeni bir dünya düzeni başlatılmıştı.

İki Kutuplu Düzende Amerika’ya Biçilen Rol

  1. yüzyılın ilk yarısında komün ve kapital sisteme dayalı olarak inşa edilen iki kutuplu dünya düzeninde, kapitalizmin temsilciliği vazifesi Amerika’ya verilmişti.

Kapitalizmin karşısında konumlandırılan ikinci sistem, Komünist sistem olup, bunun temsilcilik görevi ise Rusya’ya bırakılmıştı.

İşin esasında, birbiriyle kıyasıya rekabet ediyor gibi gösterilen komün ve kapital sistemler, perde arkasında birbirini tamamlayan sistemlerdir. Beslendiği ana kaynak bakımından kardeş sayılabilecek bu iki sistemi kontrol eden akıl, Küresel Şeytani Aklın bizzat kendisidir.

Kurulduğu günden bu yana İslam coğrafyasına zarardan başka bir şey getirmeyen bu düzeninin iki kutup ucu olan Amerika ve Rusya, birbirine zarar vermediği gibi, sürekli olarak birbirinden beslenerek büyümekteydi.

Oysa aynı düzen, on yıllar boyunca Türkiye başta olmak üzere bütün İslam coğrafyasındaki halkları sağ-sol, Amerikan veya Rus yanlısı kapitalist-komünist şeklinde ayrıştırarak birbirine düşürmeyi başarmıştı.

Oyun kurucu akıl, ayrışan grupları öyle kontrol etmekteydi ki, gruplardan herhangi birisinin kurulu düzene tehdit oluşturacak derecede güçlenmesi halinde, dengeyi sağlamak adına hemen (içerden kontrollü medya/yargı/bürokrasi darbesi, askeri darbe veya gerektiğinde açık dış müdahale) seçeneğini kullanmaktan kaçınmıyordu.

İşte bu iki kutuplu dünya düzeninde küresel kapitalizmin temsilcisi rolü verilen Amerika’ya, aynı zamanda emperyalist operasyonların merkez üssü rolü de verilmişti.

İki Kutuplu Dünyadan Tek kutuplu Amerikan Rüyasına

İkinci Dünya savaşı parantezini kapatır kapatmaz, Birinci Dünya (Paylaşım) Savaşından kalma hesapları yeni format ve yöntemlerle sürdürme yoluna giden ve Amerika’yı geleceğin tek süper gücü olarak tasarlayan akıl, bu amacına ulaşmak için, ona hatırı sayılır imkânlar da sağlamıştı.

Küresel sömürünün askeri gücü görevini yürütmesi karşılığında sınırsız sermaye kullanımı, görevin selameti için dilediği bölgelerde yapay krizler oluşturma ve müdahale yetkisi, görevin sürekliliği için kaynak ve sömürge arayışında sınırsız özgürlük, zihinsel işgali sağlamak adına Amerikan rüyası adı altında oluşturulacak yeni bir yaşam biçimini İslam coğrafyası başta olmak üzere dünyanın her tarafına ihraç etmek, amaçlarını gerçekleştirmek için her türlü bilimsel-teknolojik altyapının sağlanması, uluslararası kuruluşların emperyalist çıkarlar doğrultusuna kullanılması gibi birçok imkân sunmuştu.

Nitekim başlangıçta İngiliz hazinesinin devreye sokulduğu bu düzenin çıkarlarını gözetmesi için NATO, BM, IMF ve benzeri uluslararası kuruluşlar oluşturuldu ve küresel düzenin Amerika eliyle yürüteceği bütün gayri meşru eylemleri, meşru görünümlü bu kuruluşlar vasıtasıyla yürütüldü.

Toplam askerinin en az dörtte birini NATO perdesi altında dünyanın her bir tarafında konuşlandıran Amerika, bununla hem konuşlandığı ülkeleri, hem yakın çevresini askeri baskıyla kontrol altına almayı başardı.

Yine, dünyanın her tarafında geçerli para birimi haline getirilen ABD doları üzerinden büyük bir ekonomik tahakküm sağladı.

Gelişmiş teknolojik alt yapısından küresel istihbarat sistemine kadar, kısa sürede dünya imparatorluğu haline geldi.

Amerika, bir yandan küresel ölçekte tahakküm mekanizmasını kurarken, öte yandan sınırsız özgürlük, bireysellik ve tüketim toplumu ile kendi ülkesinde sorgulanmayan bir devlet sistemi oturtmayı başardı.

Ülkesindeki bu sistemi dış dünyaya Amerikan rüyası adı altında pazarladı ve toplumları bu rüyayla zihni esaret altına alarak her türlü dini ve kültürel tahribatı yaptı.

Amerikan Rüyasından Güç Zehirlenmesine

Büyük ekonomisi ve silah envanteriyle en güçlü ülke ünvanını günümüze kadar sürdüren Amerika’nın hem yurt dışı operasyonlarının, hem ülke içinde sağladığı müreffeh ortamın devamı için devasa ekonomik kaynaklara ihtiyaç duyduğu aşikârdır.

Dünyanın %6’sı oranında nüfusa sahip olmasına rağmen, dünyadaki kaynakların %30’unu tüketen Amerika’nın başta Arap ülkeleri olmak üzere tüm dünyada kurduğu sömürü düzeninden hissesine düşen pay, içeride ve dışarıda kurduğu aşırı tüketime dayalı sistemi artık besleyememektedir.

Dünyevi hiçbir şey ilanihaye olmadığı gibi, gücünü tamamen ekonomik sömürüden elde eden Amerikan rüyası da ilanihaye değildir.

Bugün itibariyle Amerikan rüyası, çok daha fazla kaynağa ihtiyaç duyan bir kâbus ve bu kâbustan kaynaklı bir güç zehirlenmesiyle karşı karşıyadır.

Amerika, küresel menfaat çarkının İslam coğrafyasında devamı için bir yandan yeni terörist gruplar üretirken, öte yandan terörist olma eğiliminde olduğu bahanesiyle masum insanları katlederek bu kâbustan sıyrılmak istese de, Irak ve Afganistan savaşları ve diğer küresel terör operasyonlarının maliyeti İkinci Dünya Savaşı maliyetinin yaklaşık dört katını bulduğu için her an batacak/batırılacak bir gemi görüntüsü vermektedir.

Amerikan Birleşik Terör Örgütü/Şirketi

Son zamanlarda büyük bir girdabın içerisine giren Amerika, bundan kurtulmanın yolunu devlet aklından ziyade örgüt veya şirket aklında aramaya başlamıştır ki, bu durum, kurtulmak için direksiyon kırdıkça, kayalıklara çakılan bir geminin düştüğü duruma benzemektedir.

Barack Obama döneminde, devletten ziyade örgüt mantığıyla hareket etmeye ve NATO’yu organize terör örgütü olarak kullanmaya başlayan Amerika, I. Deli Trump’un seçilmesiyle birlikte kural tanımaz ve acımasız örgütü şirketlere teslim ederek iflasla tasfiye eşiğine getirmiştir.

Onlarca yıldır kurduğu sömürü düzeneği kendisine yetmeyen Amerika, an itibariyle büyük şirketlerin doymak bilmeyen ihtirasına teslim olmuş durumdadır.

Küresel çarkın devamı için kendisine tanınan yetkileri günümüze kadar fazlasıyla kullanan Amerika, Obama döneminin örgüt aklıyla güç zehirlenmesi yaşamış, I. Deli Trump döneminin şirket aklıyla bu zehirlenme koma halini almış ve daha da saldırganlaşmıştır.

Amerikan şirket mantığı, vatandaşlarının alışık olduğu müreffeh hayatı sürdürmekten ziyade, 100 yıllık zaman içerisinde edinilen sömürge sistemini şirketler lehine sürdürmeyi tercih etmiş ve kaynak temini için bir önceki dönemden daha hırçın davranmaya başlamıştır.

Geçmişte uluslararası hukuk, demokrasi, özgürlük ve insan hakları gibi sihirli sözcüklerle küresel sömürü düzeneğini yöneten Amerika, bugün itibariyle bu aldatıcı sözcükleri kullanma ihtiyacı dahi duymadan açık baskı kurmaya başlamıştır.

Şirket çıkarlarından mütevellit ihtiraslar yüzünden varlığını borçlu olduğu ilk sahiplerinden bile bağımsız hareket etmeye başlamıştır.

Haliyle üst üste hatalar yapmak suretiyle her gün biraz daha uçurumun kenarına yaklaşan zalim bir devlete dönüşmüştür.

Güç Zehirlenmesinden İtibar Kaybına

Dünyanın en fazla askeri üssüne sahip süper gücü Amerika, Deli Trump’ın başkan seçilmesi ve devlet yönetimini şirketlere devretmesi ile giderek daha fazla artan hataları yüzünden uluslararası arenada eskisi gibi sözü kaale alınmayan, ülke içinde ise ciddi kutuplaşma ve gerginliklerle boğuşan bir ülke haline gelmiştir.

Dünyanın dört bir tarafını etkisi altına alan Amerikan prestiji, son dönemde üst üste aldığı darbeler yüzünden darmadağın olmuş durumdadır.

Maduro’ya karşı Venezuela’da giriştiği askeri darbe başarısızlıkla sonuçlanınca Güney Amerika ülkeleri nezdinde itibar kaybına uğrayan Amerika, Kuzey Kore ile yaşanan Guam krizinde oldukça sert kükremesine rağmen yine sonuç elde edememiştir.

Irak’ın kuzeyinde düzenlenen Barzani referandumunda burnu açıkça sürtülen Amerika, Suriye’nin yeniden dizaynı konusunda denemedik yol bırakmamasına rağmen her seferinde başarısız olmuş, son çare olarak kendi üretimi olan terör örgütü PYD’ye sırtını dayamakla sadece İran, Türkiye ve Irak’ı karşısına almakla kalmamış, güçlü müttefik söylemiyle uzun müddet kullandığı Türkiye’yi Batıdan uzaklaştırmak dâhil dış politikanın birçok kaleminde bitişini ilan etmiştir.

İpekyolu projesine mani olamadığı için imajı alt üst olan Amerika’nın Türkiye dışındaki birçok partneri ABD ekseninden hızla koparak Çin başta olmak üzere Rusya ve diğer yerlere angaje olmaya başlamıştır.

Görüldüğü üzere her bir yanlış, Amerika’yı çöküşe daha da yaklaştırmaktadır.

Son olarak, Kudüs konusunda tarihi bir hata yapan Amerika’nın sokak ağzıyla yaptığı tüm tehditlere rağmen BM genel kurulundan çıkan sonuç, Amerika’nın iflasının bir ilanı olmuştur.

Öyle görünüyor ki, dünyayı cezbeden sahte Amerikan rüyası, yerini gerçek hayattaki itibar kaybına çoktan bırakmış durumdadır

Önlenemeyen Amerikan İç Kanaması

Hasta adam tanımlaması yapıldığı sıralarda yeni topraklar fethetmek yerine sadece var olan sınırlarını korumaya çalışan Osmanlı İmparatorluğunun aksine saldırganlığını daha da arttıran Amerika’nın bu tutumu, hem küresel huzursuzluğa, hem de öteden beri var olan küresel nefretin daha da artmasına sebep olmuştur.

Nitekim Amerika’nın yürüttüğü tek taraflı ve saldırgan politikalar yüzünden oluşan huzursuzluk ülke içine de yansımış ve hatta çok kuvvetli bir iç kanamaya dönüşmüştür.

Kamuoyunda çok bahsedilmiyorsa da, Amerikan coğrafyasında yükselen etnik hareketlenmelerin yanı sıra, ABD siyasetinde belirleyici rol almak isteyen küreselciler ile ulusalcılar arasında kıyasıya yaşanan kale savaşları ve bunun bir yansıması olarak ordu ve istihbarat birimleri arasında gün yüzüne çıkan amansız rekabet, içerideki kanamanın ne denli büyüdüğünün en önemli işaretleridir.

Amerikan yönetimi, sınırsız özgürlük ve tüketim hakkı ile uyuşturduğu vatandaşlarının bu ihtiyaçlarına cevap verememekten kaynaklı iç isyanlarını bastırmak adına insani olmayan her türlü yöntemi kullanmaya başlamıştır.

Özellikle son yıllarda yüzlerce toplama kampı ve hapishaneler inşa etmeye başlamıştır ki, dolup taşan bu hapishaneleri beslemenin getirdiği ekonomik yük, hem içinde düştüğü hastalıklı durumu daha kronik hale getirmiş, hem de iç kanamayı daha da şiddetlendirmiştir.

Amerika’nın X Hali

İbn Haldun’un ifadesi ile devletlerin ölümü kaçınılmazdır. İnsanın doğumu, çocukluğu, gençliği, yaşlılığı ve ölümüne dair bu süreç, en zayıfından en güçlüsüne kadar bütün devletler için de kaçınılmaz bir süreçtir.

Daha önce ifade ettiğimiz üzere, ne “üzerinde güneş batmaz” denilen İngiliz hazinesi, ne de “bileği bükülmez” görünen Amerikan emperyalizmi ilanihaye değildir.

Amerika‘nın küresel sömürü amaçlı oluşturduğu faiz sistemi dâhil birçok düzenek, akrebin dönüp kendisini sokması gibi Amerikan devletini ve halkını sokmaya başlamıştır.

Küresel emperyalizmin sopası olan Amerika Birleşik devletlerinin 100 yıl sonra geldiği nokta, ekonomi başta olmak üzere siyasi ve toplumsal mecrada dönüşü olmayan bir yıkım noktasından başka bir şey değildir.

Zamanın hasta adam diye nitelendirilen devleti Osmanlı İmparatorluğuna nazaran, bugünün Amerika’sı çok daha ağır ve acınası bir durumdadır.

Zira yüzyılların devlet yönetim tecrübesine sahip Osmanlı İmparatorluğu, son dönemini elindeki imkânları muhafaza etmeye çalışarak geçirmişti.

Buna nazaran organize bir akıl marifetiyle dünya imparatorluğunu oturtulan Amerika’nın en büyük handikabı, yakalandığı amansız kanamaya rağmen dünyayı baskı ve zulümle idare etmekten vazgeçmemesi olmuştur.

Şiddetli kanama geçirmesine rağmen, kusurlarını düzeltip iyileşmek yerine, öleceğini anlayan inançsız bir hastanın psikolojik gerginliğini yaşamaya başlamıştır.

Bu haliyle Amerika, Osmanlı imparatorluğunun hasta halinden çok farklı olarak dünya genelinden intikam almaya çalışan sadist bir görüntü vermektedir.

Son dönemde Afganistan ve Irak üzerinden yaptığı zorunlu cerrahi müdahalelere ve Arap baharıyla bulmayı umduğu alternatif tedavilere rağmen bugün geldiğimiz nokta, hastalığın ruhu dahil hem dışarıdan hem içeriden bütün bünyeyi sardığı ağır bir kanama noktasıdır ve ölüm kaçınılmazdır.

Hastalıkta gösterdiği reflekse benzer şekilde bu ölüm, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışının çok ötesinde trajik bir ölüm olacaktır.

Osmanlı coğrafyasında yaşayan İslam toplumunun kadere rıza ve tevekkül anlayışının benzerini Amerikan rüyasıyla uyutulan halkta görmek neredeyse imkânsızdır

Amerika, bir yandan küresel nefret yumağının hançerini yemeye devam ederken, öte yandan iç parçalanmanın önüne geçmek için elindeki bütün silah imkânını vatandaşına karşı kullanacak ve kendi topraklarında kan gövdeyi götürecektir.

Bu ölüm Sovyet Rusya’sının çöküşüne de benzemeyecektir.

Zira bütün evlerin devlet mülkiyetinde olduğu Sovyet Rusya’sında hiç kimse evinden çıkartılmazken, Amerika’da meydana gelecek kıtlık ve krizden dolayı ev, otomobil vb. imkânlara bankalar tarafından el konması sonucunda çok daha büyük facialar yaşanacaktır.

İlla ki bu çöküşü tarihten bir şeylere benzetecek olursak, Roma imparatorluğunun içerden çöküşüne veya kurtuluşu Birinci Dünya Savaşına katılmakta gören ittihatçıların Osmanlı imparatorluğunun çöküşün hızlandırmasına benzetmek mümkündür.

Muhtemeldir ki, kontrolü elinde tutan Amerikan şirketleri, hem zalimce sömürdüğü ülkelerin, hem de kendi ülkesinde ihtiyaçlarına cevap veremediği insanların oluşturduğu ağır kanamayı bastırmak ve çıkarlarını devam ettirmek için ittihatçılara benzer bir harakiri davranışında bulunabilir.

Böylesi bir davranış Amerika için ölümün kapısını sonuna kadar aralayacak bir davranış olacaktır.

Şu bir hakikattir ki, devletlerin askeri ve siyasi güç dengeleri, dünya tarihi boyunca ekonomik güce bağlı olarak dönüşüm ve değişim göstermiştir.

Görünen haliyle, bugün için ekonomik yükselişte olan devlet Çin’dir. Çin’in önlenemez yükselişi, Amerikan devinin çöküşüne ciddi katkılar sunacak bir seviyeye gelmiştir.

İşin trajik kısmı, yükseliş dönemini küvezde geçiren Amerika’nın fişini, yine Amerikan canavarını doğuran akıl çekecektir.

Bu akıl, Osmanlı ittihatçılarında olduğu gibi, şirket ihtiraslarının batıracağı Amerika’yı maktülün yakınları ile baş başa bırakan ve yeni siyasi ve askeri gücü Çin etrafında kurgulayan Küresel şeytanın aklıdır.

Hasıli;

Tüm dünyaya yükseliş dönemi illüzyonu sunmaya devam eden Amerika, böylelikle yükseliş döneminde batan tek devlet veya ardında sivil katliamlar, kan, acı ve gözyaşından başka bir şey bırakmayan terör örgütü/şirketi olarak tarihteki yerini alacaktır.

Bir önceki yazımızda ifade ettiğimiz üzere İslam coğrafyasında halen devam eden Birinci Dünya (Paylaşım) Savaşı Amerika’nın sahneden silinmesiyle son bulmayacak, sahne ve aktör değişikliği ile başka bir zeminde devam edecektir.

Küresel şeytani aklın bu nöbet değişiminde oluşacak fırsatı iyi değerlendirip ittihadı İslam’ı hızlıca ikame edebilecek güç, 200 yıldır senaryosu başkalarınca çizilerek rolü eline tutuşturulan edilgen İslam dünyasını, rolünü kendisi belirleyen etkin ve ihtişamlı İslam dünyasına inkılap ettirecek güç olacaktır.