Arapları Tek Elden Yöneten Küresel Mekanizma ARAP DEVLETLERİ LİGİ

Arapları Tek Elden Yöneten Küresel Mekanizma

ARAP DEVLETLERİ LİGİ

(جامعة الدول العربية / League of Arab State)

 

Özetle Arap Ligi

Kısa adıyla Arap Ligi (Arab League, الجامعة العربية‎ / al-Jāmiʻa al-ʻArabiyya), Ortadoğu ve Afrika’daki Arap ülkeleri arasında dayanışmayı güçlendirmek ve Arap dünyasını ilgilendiren konularda ortak tutum geliştirmek amacıyla 22 Mart 1945 tarihinde Mısır’da kuruldu.

Ürdün, Suudi Arabistan, Suriye, Irak, Lübnan, Mısır ve Yemen tarafından kurulan ve şu an itibariyle 22 üyeden oluşan Arap Devletleri Ligi (League of Arab States,  جامعة الدول العربية‎ / Jāmiʻat ad-Duwal al-ʻArabiyya)’nın merkezi Kahire olup genel sekreterliğini halen Ahmed Aboul Gheit yürütmektedir.

Arap Ligini Kimler Kurdu?

Arap Ligi her en kadar Arap devletlerinden müteşekkil birlik olsa da, bu ligin kurulmasında Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını hızlandırmak üzere Arap milliyetçiliğini destekleyen İngiltere’nin büyük bir katkısı olmuştur.

İngiltere, 19.yy’ın başlarından itibaren bir yandan Arap milliyetçiliğini Osmanlı hilafetine karşı beslerken, öte yandan Arapların yeni yüzyılda bir araya gelemeyeceği Skyes-Picot gibi siyasi mühendislik çalışmalarını Fransa ile birlikte yürütüyordu.

Arap coğrafyasını cetvel nizamıyla onlarca parçaya bölen İngiltere ve Fransa, kendi elleriyle besledikleri milliyetçiliğin, günün birinde dönüp kendilerini vurmasını önlemek adına yeni kontrol mekanizmalarına ihtiyaç duyuyordu.

Arap milliyetçiliğini tek çatı altında toplamak ve burada biriken enerjiyi tek merkezden kontrol ederek yenidünya düzeninin emrine sunmanın görünen en mantıklı yolu, Arap ülkelerini bir birlik çatısı altında toplamaktı.

Nitekim 1943 yılında İngiltere himayesinde bu amaçla bir araya gelen Suudi Arabistan, Mısır, Suriye, Irak, Ürdün (eski adıyla Trans Ürdün), Lübnan ve Yemen heyetleri kendi arasında bir dizi toplantılar gerçekleştirdi. Bu toplantılara (geliyorum diyen İsrail tehlikesi dikkate alınarak) Filistinli Araplar da dâhil edilmişti.

Mısır Başbakanı Mustafa Nahas’ın öncülüğünde Pan-Arap organizasyon oluşturmak amacıyla gerçekleştirilen bu toplantıların sonunda, 7 Ekim 1944 tarihli Alexandria Protokolü ve hemen ardından Kahire’de 22 Mart 1945 tarihli Arap Ligi şartları imzalandı.

Başlangıçta 7 Arap ülkesinin bir araya gelmesiyle kurulan Arap Ligine daha sonra hem Arap ülkeleri, hem de hatırı sayılır oranda Arap yaşayan ülkeler dâhil edilerek 22 ülkeyi kapsayan geniş bir cemiyet haline getirildi.

 

 

 

Arap Devletleri Ligi Üye Ülkeleri

ve Dahil Oldukları Yıllar

 

Ülke Adı Giriş Yılı Ülke Adı Giriş Yılı
1 MISIR 1945 13 CEZAYİR 1962
2 ÜRDÜN 1945 14 UMMAN 1971
3 LÜBNAN 1945 15 KATAR 1971
4 IRAK 1945 16 BAE 1971
5 SUUDİ ARABİSTAN 1945 17 BAHREYN 1971
6 SURİYE* 1945 18 MORİTANYA 1973
7 YEMEN 1945 19 SOMALİ 1974
8 LİBYA 1953 20 FİLİSTİN 1976
9 SUDAN 1956 21 CİBUTİ 1977
10 FAS 1958 22 KOMOR 1993
11 TUNUS 1958
12 KUVEYT 1961 *üyeliği askıya alınmıştır

 

Hakikat şu ki, henüz ikinci dünya savaşı devam ederken ve üstelik Birleşmiş Milletler dahi kurulmamışken İngiltere marifetiyle apar topar oluşturulan bu birliğe imza atan 7 üye devletin hiç birisi o sırada tam bağımsız devletler değildi.

 

Pan Arapçılık veya Pan Arabizm Akımı

Pan Arapçılık (Pan Arabizm), Araplar arasında dil, tarih ve kültür temelinde birleşmeyi hedef alan seküler ağırlıklı sosyalist bir hareket olup, bu akımı kültürel milliyetçilik şeklinde tanımlamak mümkündür.

Pan Arabizm’in Fransız ihtilalinden beslenerek kendi kendine güçlenmiş bir akım olduğu yönündeki tanımlamalara kısmen katılmak mümkündür. Lakin bu akımın gösterdiği reflekslere baktığımızda, doğal bir beslenmeden ziyade, İslam toplumunun İslam öncesi kültürünü milliyetçilik fikri üzerinden yeşertmeye ve ümmeti ayrıştırmaya yönelik planlı bir çalışmanın ürünü olduğunu görmemiz mümkündür.

Araplarla birlikte diğer İslam milletlerine de uygulanan ve günümüze kadar artarak devam eden bu çalışmanın üst aklı, şüphesiz yenidünya düzeninin küresel şeytani aklından başkası değildir.

Bu akıl, 18.yy’dan itibaren Osmanlı toprakları başta olmak üzere Arap ve İslam coğrafyasında menfi milliyetçilik akımları başta olmak üzere ayrıştırıcı her türlü çalışmayı başlatmıştı.

Nitekim 19.yy’da Türkçülük cereyanıyla eş zamanlı yükselişe geçen Pan Arabizm, Sultan Abdülhamit’in sıkıca uyguladığı İttihad-ı İslam siyaseti sayesinde bir süre taban bulamamışsa da, II. Meşrutiyet döneminde İslam coğrafyasının parçalanmasına kuvvetli bir zemin oluşturacak kadar serbest alan bulmuştur.

İşin doğrusu bu birliğin zihinsel altyapısı, 1875 yılında Arap uyanışı adı altında Batı desteğiyle kurdurulan Beyrut Gizli Cemiyetine kadar uzanıyordu.

Suriye Protestan Koleji mezunu Hristiyan ve Sosyalist Araplar tarafından kurulan bu cemiyetin amacı, Arap coğrafyasında Osmanlı (dolayısıyla İslam-Türk) hâkimiyetine son verip yerine bağımsız, seküler bir Arap devleti kurmaktı.

Arap milliyetçiliğine dayalı devlet fikrinin, dönemin Araplarını Osmanlı’ya karşı kısa süreliğine harekete geçirdiği doğrudur. Lakin Müslüman Araplar tarafından din karşıtı bir temele dayandığının anlaşılması sonrasında bu fikir tepki ile karşılanmıştır.

Kuşkusuz bunda yukarıda bahsini getirdiğimiz Sultan Abdulhamid’in hilafet çatısı altındaki Müslüman Araplara yönelik uyguladığı İttithad-ı İslam siyaseti etkili olmuş ve Haçlı himayesinde oluşturulan seküler Arap milliyetçiliği fikri geniş bir taban bulamadığından bir süreliğine rafa kaldırılmıştı.

İngilizler, nüveleri 1875 yılında seküler biçimde atılan Arap milliyetçiliğinden I. Dünya savaşına kadar istifade etmeyi başarmışlardı. Lakin bunu tüm Arapları kapsayacak şekilde uzun süreli kullanmanın mümkün olamayacağını onlar da tecrübe etmişlerdi.

Bu yüzden olmalı ki, Mısır’da temelleri atılan Arap Ligini seküler olmakla birlikte İslam’ı karşısına almayan kültürel milliyetçi birliktelik şeklinde oluşturmayı tasarladılar.

Sebilürreşad takipçileri, İslam-Arap coğrafyasının şekillendirilmesine dair İngiltere’nin 19.yy’dan itibaren takındığı aymaz tutumun farkında olmakla birlikte yine de bu davranışın altında yatan özel bir nedeni tekrar etmekte fayda görüyoruz.

İngiltere’nin İslam-Arap coğrafyasında ev sahibiymişçesine takındığı rahat tutum, kendisine has bir devlet politikası veya herhangi bir savaş galibiyetinden elde edilmiş kazanımdan kaynaklı bir tutum değildir.

Zira Karlofça anlaşması sonrası İslam coğrafyasında yapılan tüm çalışmalar, özelde Osmanlı, genelde İslam dünyasına yönelik kolektif bir akıl tarafından başlatılan ve I. Dünya Paylaşım savaşı sonrası hız kazanarak devam eden planlı çalışmalardır. İngiltere, kendisine bu yönde tevdi edilen vazifeleri icra etmenin dışında nadiren müstakil hareket etmiştir.

Yazımızın ana teması olan “Batı’nın Arapları seküler milliyetçilikle Osmanlıdan ayrıştırma çalışması”, Porl Harbour saldırısından hemen sonra 1941 yılında başlatılan ve BM’nin kurulduğu Nisan 1945 yılına kadar süren küresel şeytani aklın yenidünya düzeni buluşmaları doğrultusunda yapılan bir çalışmadır ve İslam-Arap coğrafyasının şekillendirilmesine dair görev İngiltere ile Fransa’ya ihale edilmiştir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD Başkanı Roosevelt, İngiltere Başbakanı Churchill ve SSCB Lideri Stalin’in katılımıyla Şubat 1945’te Yalta’da gerçekleşen ve 8 gün süren konferansın bir ay sonrası olan Mart 1945’te Arap Liginin ve hemen ardından aynı yıl içerisinde BM’in kurulması tesadüfi bir durum sayılmamalıdır.

Yine, BM’nin kurucu 51 üye ülkesi arasında İslam coğrafyasının kilit taşı sayılabilecek Türkiye ve İran’ın haricinde Arap birliği örgütlenmesinin başını çeken Mısır, Suudi Arabistan, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerin bulunması ve bunlara vekâleten İngiltere ile Fransa’nın daimi temsilci olması da tesadüfle izah edilecek bir durum değildir.

 

 

 

Arap Ligi veya Arap Birliği Ne İş Yapar?

Birliğin, genelde İslam’ı karşısına almayan kültürel milliyetçilik, özelde seküler temellere dayalı Arap milliyetçiliği amacının dışında, Arap devletleri arasında İsrail karşıtlığı üzerinden siyasi birliktelik sağlamak gibi kuruluşunu meşrulaştıran bir amacı daha bulunmaktadır.

Ne var ki, Arap milliyetçiliğiyle toplumu batı lehine dönüştürme amacında başarılı olan birlik, siyasi ve askeri alan dâhilindeki İsrail yayılmacı politikası, Lübnan İç savaşı, Arap-İsrail çatışmaları ve Filistin meselesi gibi daha hayati sorunlara karşı müspet hiçbir etki gösterememiştir.

Nitekim kuruluşunu meşrulaştıran en önemli sebeplerden birisi olan Filistin topraklarında İsrail devleti kurulmasına mani olmak hedefi 3 yıl gibi kısa bir sürede başarısızlıkla sonuçlanmış ve Siyonist rejimin devlet kurmasına mani ol(a)mamıştır.

İsrail devletinin kuruluşuna mani olmak veya Siyonizm’in bölgedeki varlığına son vermek şeklinde cezbedici bir iddiayla kurdu(ru)lan Arap Ligi, bugün geldiği noktada İsrail’in bölgedeki varlığını yok etmek bir yana, işgal altındaki İslam topraklarını kurtarmak vazifesinde bile aciz konumdadır.

Siyonist rejimin bu hamlesine karşı Arap Ligi’nin 1948 yılında başlattığı boykot kararı İsrail’i hiçbir şeyden caydırmadığı gibi, ilerleyen zamanda birlik üyesi ülkelerden Ürdün ve Mısır’ın işgalci Siyonist rejimle (1979 ve 1994) barış anlaşmaları imzalayıp diplomatik ilişki kurmaları onu daha da cesaretlendirmiştir.

Bütün bu gelişmeler, birliğin kuruluşunda ifade ettiği amacın aksine, Arap toplumunun gazını almak üzere şekillendirilmiş bir birlik olabileceği şüphesini doğurmuştur.

Ürdün ve Mısır’ın işgalci İsrail Siyonist rejimiyle diplomatik ilişki kurmasının haricinde, Mısır’ın milyar dolarlık antlaşmaları göstere göstere imzalaması ve son dönemde Suudi Arabistan ile BAE’nin işgalci rejimle kurduğu ekonomik ilişkiler, bu şüpheyi daha da güçlendirmiştir.

Son olarak birlik üyesi Suriye, Yemen ve Katar meselelerinde inisiyatif almakta aciz bir görüntü sergileyen Arap Liginin gidişatı göstermiştir ki, Arap toplumundan ziyade İsrail’in güvenliğini temin etmek, bu ligin temel amacı haline gelmiştir.

Hele de ABD’nin Kudüs kararına karşı oldukça net ve sert tedbirler alması beklenen Arap Devletler Ligi’nin İsrail ve Amerika’ya ekonomik ambargo uygulanmasına dair tavsiye kararı dahi alamamış olması, 73 yıllık birliğin kuruluşunda yazılı olmayan gizli bir amacının olabileceğini iyice ortaya koymuştur.

Bu gizli amacın, kurucu beyni küresel şeytani akıl olan ve İslam coğrafyasında hem dini hem ekonomik sömürüyü hedefleyen politikalara karşı İslam-Arap toplumunu uyutmaktan başka bir şey olmadığı anlaşılmıştır.

 

Arap Ligi’nin Araplara Verdiği Zarar

Dünyanın en zengin enerji kaynaklarının bulunduğu bölgeyi temsil iddiasıyla kurulan Arap Ligi,  temsil ettiği Arap coğrafyasını bugün itibariyle yokluğun en fazla yaşandığı bir coğrafya haline getirmiştir.

Kuruluş amacını, Arap toplumunun kendi iç sorunlarını çözmek ve dışarıya karşı izzetli duruşunu sağlamak şeklinde deklare eden Arap Ligi, bu amacın tersi yönde hareket ederek Arapların kendi arasındaki iç sorunlarını çözmek yerine daha da arttırmış, dışarıya karşı izzetli duruşun yerini ise batı emperyalizmine karşı uysal davranış almıştır.

Dünyanın %5’ini oluşturan Arap coğrafyası, İslami hassasiyetten uzak milliyetçi bir refleksle kurulan Arap Devletler Liginin varlığı sayesinde, Arapların birbirini öldürmek üzere dünyada üretilen silahların %50’sini satın aldığı  bir coğrafya haline gelmiştir.

Dünya nüfusunun %5’ini oluşturan Müslüman Arap halkı, küresel şeytani aklın politikalarına hizmet eden Arap Devletler Liginin varlığı sayesinde, dünyanın mülteci sayısının %60’ını oluşturan mazlum ve mağdur bir coğrafya haline gelmiştir.

Amerika ve İsrail’e ambargo dahi uygulayamayan Arap Ligi, Arap toplumunun batının laboratuvar üretimi terör örgütleri üzerinden tehcir ve katliamına bırakın seyirci kalmayı, enerji baronları vasıtasıyla bu ortak dahi olmaktadır.

Liderlerinin rahatını hiçbir şeye değişmeyen Arap liginin şimdilik yaptığı en iyi şey, Batı mezalimini ara sıra göstermelik bir şekilde kınamak ve Batının en gelişmiş silahlarıyla yok edilen Müslüman Arap toplumunun buna karşılık dua silahı kullanmasını önermek olmuştur.

 

Türkiye’nin Arap Ligiyle Münasebeti

Ne yazık ki Arap Ligi, İslami bir hassasiyet ihtiva etmeyen ve varlığıyla vücut bulduğu Arap milliyetçiliğini küresel şeytani akla hizmet eden menfi bir milliyetçiliğe evirmiş bir oluşumdur.

Bu ligin temelini oluşturan milliyetçilik, Arap toplumunun bilimde, sanatta ve diğer hususlarda terakkisini gaye edinen müspet bir milliyetçilik olsaydı, bunun ilk sonucu, İslam Peygamberinin kavmini 200 yıllık fetretten kurtarıp İslam’ıyla yeniden buluşturmak ve ardından diğer İslam unsurları ile buluşturup ittihadı İslam’a hizmet etmek olurdu.

Oysaki Kudüs gibi hayati bir meselede dahi İsrail veya Amerika’ya karşı etkin bir karar alamayan Arap Ligi, aynı İsrail ve Amerika’nın bölgedeki planlarını bozmaya çalışan Türkiye’yi Arap topraklarına müdahale etmemesi ve bir bakıma Batıyla ortak yürüttüğü planları bozmaması yönünde sert uyarılar yapmaktan geri durmamaktadır.

ABD, İngiltere, İran, Almanya ve Fransa’nın Irak’ta asker bulundurmasını sessizlikle geçiştiren Arap Ligi, Türkiye’nin Musul’daki Başika kampını mesele edinerek en sert şekilde kınamaktadır.

Burada dikkat çeken garip bir husus şu ki, Arap milliyetçiliği temelinde örgütlenen ve bu milliyetçilik refleksiyle Türkiye’den haz etmeyen Arap Ligi, her nedense İran’ın ideolojik müstevli tavırlarına karşı tedbir alma noktasında göstermelik uyarılar dışında aciz bir tavır sergilemektedir. Hatta acizlik bir yana, birlik içinde güçlü yer edinen Irak vb. ülkelerin Arap temsilcileri vasıtasıyla İran çıkarlarının korunması dahi sağlanmaktadır.

Arap Devletleri Ligi’nin kurucu şartına göre, birliğe bağımsız Arap devletleri üye olabilmekte ve Arap devletleri dışındaki ülkeler için gözlemci üyelik statüsüne yer verilmemektedir.

İran, kendisi için bir mani gibi duran bu şartı, uyguladığı ince siyaset ve strateji ile aşmış durumdadır. Arap ülkelerinde kendisine mezhepsel aidiyeti olan Arap birey veya grupları destekleyen İran, bu grupların bulundukları Arap ülkelerinde söz sahibi olmalarını sağlamış ve Arap Ligi dâhil birçok platformda kendi ulusal çıkarlarına hizmet edecek şekilde bunları kullanmayı başarmıştır.

Oysa yönetici kitlelerin dışında kalan Müslüman Arap halkının ezici çoğunluğunun gönül ve zihin dünyası Anadolu ile bir ve beraber atmaya devam etmektedir.

Aradan geçen yüzyıllık siyasi ve toplumsal mühendislik çalışmasına rağmen ne İran’ın ince siyaseti, ne Batı ve onların uşağı hükmündeki Arap liderlerin ayrıştırıcı milliyetçi çabaları Müslüman Arap halkını Anadolu’dan kopartamamıştır.

Batıya her türlü şekilde bağımlı olan Arap Liginin, Müslüman Arap halkıyla Türklerin buluşmasını bağımsız Arap devletlerinin içişlerine karışmak söylemiyle engellemeye çalıştığı herkesin malumudur. Lakin gönlü kutsal topraklarda olan Türkler ile aklı İstanbul’da kalan Araplar arasına konulan sınır engelini aşmak işten bile değildir.

Bir engeli aşmanın türlü yolları mevcuttur. Mesela sayısı milyonları bulan Arap kökenli Türkiye vatandaşları, Arap coğrafyası ile irtibatın sağlanması noktasında Türkiye için açık bir fırsattır.

Türkiye’nin bu fırsatı Arap Ligi’ne dahil olarak bu ligi ıslah etmek şeklinde kullanması ne denli fayda verir bilemeyiz ama liderlerinin tercihleri yüzünden zillete duçar olmuş Arap halkı ile İslami birlikteliğin yeniden tesisi noktasında faydalar sağlayacağı aşikardır.

Burada ittihadı İslam üzere samimiyetle tesis edilecek gönül ligi, Arap ligini pekala etkisiz hale getirtebilecektir..

 

Hasılı;

Daha önce ifade ettiğimiz üzere İsrail devletinin kuruluşuna mani olmak veya Siyonizm’in bölgedeki varlığına son vermek iddiasıyla kurdu(ru)lan Arap Ligi, bugün geldiği noktada İsrail’in bölgedeki varlığını yok etmek değil, işgal altındaki topraklarını kurtarmak vazifesinde bile aciz kalmıştır ki, bu durum İslam coğrafyasının büyük bir kısmını oluşturan Araplar için zillet, İslam dünyası için de trajik bir durumdur.

Bu trajik durum Türkiye başta olmak üzere Araplar dışında kalan İslam ümmetini derinden üzmektedir.

Arap Birliği, bu duygularla iyi şeyler yapmak isteyen İslam toplumu önünde bir set gibi durmaktadır.

İslam ülkeleri, ya Arap Liginin ıslahı için tabandan baskı yapmalı, ya da İslam İşbirliği Teşkilatını daha da aktifleştirerek bu ligin devre dışı kalmasını sağlamalıdır.

Bunu yaparken, Araplarla İranlılar arasındaki rekabeti İran ulusalcılığı lehine çevirmekten ve İran ulusalcılığını İslami değerleri kullanarak Arap coğrafyası üzerinde müstevli bir duruma getirecek adımlardan sakınılmalıdır. Zira bu durum, tarihten gelen rekabeti öfkeye çevirecek ve İslam dünyasını üzecek yepyeni çatışma ortamları oluşacaktır.

Adı ve sanı her ne olursa olsun, İslam’ın ilk kıblesini çeşitli hile ve desiselerle Siyonistlere peşkeş çeken zihniyetin bir sonraki adımda İslam’ın kalbi olan Beytullah’tan taviz vereceği aşikârdır.

Zaman, çiçek ve böcek edebiyatı ile oyalanacak, fincancı katırlarını ürkütmeyeyim inceliği ile davranacak ve elde kalan en kutsalı da kaybedecek zaman değildir.

Zaman, zillet ile izzet arasındaki seçimde hızlı karar verme zamanıdır.

.