Başa Sardırılan Katliam Filmi: Suriye-2

Konu ile ilgili bir önceki yazımda Suriye konusunda en başından beri rejimin değişmesini isteyenler ile menfaatlerini (Esed’li veya Esed’siz) rejim üzerinden sürdürme düşüncesinde olan tarafların şu an için ittifak ettiği tek noktanın, Sünni Müslüman kesimin iyice yıpratılması olduğundan bahsetmiştim.

Suriye’de olaylar patlak verdiğinde, Esed’in öyle veya böyle Suriye’yi artık yönetemeyeceğini söylemiş ve batı dünyasının izleyeceği yol haritası ile ilgili birkaç hususa dikkat çekmeye çalışmıştık..

1-      İç muhalefetle Esed’in düşürülmesinin hızlı gerçekleşmesi halinde daha önceden hazırlanmış (sadece uçakla İstanbul’a inip lüks otellerde göstermelik toplantı düzenleyip ayrıldıkları için Hiltoncu adını verdiğim)  dış muhaliflerle yeni yönetimin oluşturulacağı,

2-      Bu planın tutmaması halinde Irak savaşı sonrası Ürdün sınırında 50 bin kişilik yeni Irak ordusunu hazırlayan AB(D) nin Esed sonrası Suriye için organize muhalif silahlı kuvvetler yetiştireceği ve iyiden iyiye yıpratılmış tarafların karşısına tek güç olarak çıkartacağı,

3-      Saddam sonrası İsrail’in eli ile Suriye’ye yerleştirilen kimyasal silahların Esed düşmeden İsrail’e nakledileceği,

4-      İsrail’in güvenliği başta olmak üzere tüm tedbirlerin alındığından emin olduktan sonra Rusya ve ABD’nin ortak çıkarlarını gözetecek bir operasyonun yapılacağı,

5-      Bu operasyonların zaman zaman yanlışlık adı altında veya el-Kaide bahanesi ile  İslami muhaliflere de zarar verecek, hatta iyice yıpratacak  şekilde yürütüleceği..

 

İlk maddede %40 kontenjanın dışarıdaki açık isimlerden, % 60 kontenjanın ise (sözde güvenlik gerekçesi ile isimleri açıklanmayan) içerdeki isimlerden oluşturulacağı ile ilgili plan, kanı ve canı ile özgürlük mücadelesi veren iç muhalefet tarafından şaibeli bulunduğu için tutmadı.

Tarih, komşuluk ve akrabalık bağları olan Türkiye’nin alternatif oluşumlara verdiği destek ise batı tarafından tehlikeli görüldü.

Batı yanlısı muhalif yönetim planı tutmayan ve gelişen İslami muhalif grupları tehlike olarak gören batı dünyasının Esed aleyhine beyanat vermezden önce yaptığı ilk şey, Suriye içlerinde özgürlük mücadelesi veren İslami grupları klasik el-Kaide argümanını kullanarak uluslararası kamuoyunu gelecekte bu gruplara karşı durmak konusunda yönlendirmesi oldu ve CIA aracılığı ile sadece batı yanlısı laik muhalifleri destekleyeceği ikinci planı devreye soktu.

Laik gruplara yardım edip onları öne çıkarmaya çalışan ABD ve Fransa, Ürdün’de eğittiği bazı savaşçıları ağır silahlarla donatılarak Suriye içlerine girdirdi.

İçinde CIA elemanlarının da bulunduğu bu savaşçılar el-Kaide bahanesi ile İslami muhaliflerin yerini tespit etmekle de görevlendirildi.

Nitekim ABD, Suriye’ye havadan saldırı düzenlemesi halinde Esed’ten ziyade (yanlışlık bahanesi ile) tespit edilen bu noktalara füze saldırısı düzenleyebilir.

Üçüncü ve en kritik madde Suriye’deki kimyasal silahların muhaliflerin eline geçmesi halinde İsrail için ciddi bir tehdit oluşturabileceği ile ilgili İsrail’in endişeleri idi.

Zaman zaman Suriye içlerini bombalayarak ortalığı bulandırmaya çalışan İsrail’in aslında kafası en fazla karışık ülke olduğunu söylemek mümkün.

Bir tarafta İsrail’e güven duymayan İslam dünyasının Esed düşmanı İsrail algısı ile Esed’e ve rejimine desteğini arttırmak isterken, diğer taraftan yeni muhalif laik silahlı gücün başarısızlığı ihtimaline karşı tedbir almaya çalışan bir İsrail var.

Saddam sonrasında Irak’ta bulunan ve kendisi için tarihi anlam ifade eden müze soygunu dahil bir çok talanda ABD güvencesi ile aktif rol alan İsrail’in aynı zamanda Saddam’ın elinde bulunan kimyasal silahları güvenli bir bölge olan Suriye’deki Esed rejimine teslim ettiğine dair geçmişe dayanan duyumlar hala akıllardadır.

Devamı Gelecek..

Sağlıcakla kalın.