Başa Sardırılan Katliam Filmi: Suriye-1

Batı(li) güçlerin İslam coğrafyasında akan kan ve gözyaşını herhangi bir çıkar olmaksızın durdurmayacağına bir kez daha tanık olduk.

ABD ve Rusya arasında beklenen görüşmeden çıkan sonuç: Suriye’nin kimyasal silahlarının denetlenmesi ve Suriye’den elindeki kimyasal silahlara ilişkin detaylı listeyi 1 hafta içinde sunması olmuştur.

Yani, bu güçleri gözünde kurtarıcı dağ gibi büyütenlerin görebildiği şey, her deliğin hesabını yapan bir fare olmuştur.

Suriye’de savaşı ve kargaşayı sona erdirecek, vahşete dur diyecek bir çözüm ortaya koyamayan ve kendisine Birleşmiş Milletler (BM)’nin sadece abdestli hali dediğim İslam Konferansı örgütü (İKÖ)’nun basiretsiz yapısı yüzünden maalesef ki İslam ülkesine Batı(li) güçlerin müdahalesi herkesin ümidi haline gelmişti.

Kimyasal silahların tasfiyesi konusunda karar alabilen ve bunu Suriye diktatörüne uygulatabilen AB(D) ve Rusya’nın insan kıyımına dur diyememesi ise asıl niyetlerini bir kez daha ortaya koymuştur.

110 bin insanın ölümü, milyonlarca kişinin yuvasının dağılması, az gelmiş olmalı ki, her seferinde köşeye sıkışan Esed’e nefes aldıracak hamleler yapan ABD ve Rusya’nın Suriye’deki kimyasal silahların Esed düşmeden İsrail’e veya İsrail’in gerektiğinde kullanabileceği güvenli bir merkeze teslim etmesi için vardığı son antlaşma, Arap ülkelerindeki aptal idarecilerin farkında varamayacağı veya satın alınmış liderlerin farkına varmak istemediği gizli niyetlerde dolu bir antlaşmadır.

Suriye’de halkın özgürleşme sürecine Batı dünyasının ve bir yüzyıldır uşaklık payesini severek kullanan İslam ülkelerindeki halka muhalif derinliklerin, şerefle dolu Anadolu tarihinde ilk darbeyi Osmanlı’ya yapmak sureti ile milletin değerlerini bir yüzyıldır ayaklar altına alan bizdeki muhaliflerin bu denli alçalma derecesinde kayıtsız kalmasının altında yatan tarihi alt yapısını yeniden hatırlatmakta yarar var.

1916 da gizlice imzalanan ve bölgenin mezhep çekişmelerine, hatta sunni bölgelerin ayrıştırılmasına dayalı kesin bir politik istikrarsızlık gibi miraslar bırakan Sykes-Picot Anlaşmasının 98. yılını bitirmek üzereyiz.

19.yy nın sonlarına kadar sadece coğrafi bir kimlik olan Lübnan, Suriye, Filistin, İsrail ve Ürdün’ü içeren tüm bölgeyi kapsayan Suriye, Büyük Britanya ile Fransa’nın Osmanlı’nın dağılmasını fırsat bilerek yeni ulusal kimlikler ve sosyal sınıflar ortaya çıkarttığı, birbiriyle çatışma ve birbirini yok etme politikası üzerinden dünyanın en istikrarsız siyasi bölgesi haline getirdiği bir ülke oldu.

Suriye’de yaşanmakta olan bu çatışmaların ilk tohumlarının atıldığı bu antlaşmanın neticesi olarak patlak veren halk ayaklanması, acı, kan ve gözyaşının durmadığı iç savaşa dönüşmüş durumda..

Etnik açıdan %80 Arap ,%8 Kürt, %4 Türk’ün, dini açıdan ise %84 Sünni, %6 Nusayri ve %10 Hristiyan, Dürzi ve diğer inançların yaşadığı Suriye, yarım asırdır yedi düvelin rejim üzerinde yıllarca ince hesaplar yapageldiği bir ülke konumunda..

Esed Rejimine Suriye halkı tarafından cerrahi müdahele başlar başlamaz, Rusya’sından Çin’ine, Batı dünyasından Amerika’sına,  mezhepsel yakınlığı ulusal çıkarları ile mezceden İran’dan, sahte düşman algısı ile varlığını sürdürmeyi başarmış İsrail’ine kadar herkesin bir hesap içerisinde olduğuna şahit olduk.

Suriye konusunda en başından beri rejimin değişmesini isteyenler ile menfaatlerini (Esed’li veya Esed’siz) rejim üzerinden sürdürme düşüncesinde olan tarafların şu an için ittifak ettiği tek nokta, Sünni Müslüman kesimin iyice yıpratılması noktasıdır.

Devamı Gelecek..

Sağlıcakla kalın.

USTAD  15.09.2013