Suriye’deki Gelişmelerin Bölge Halkları Üzerindeki Etkisi

26.01.2013 Cumartesi günü, İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB) tarafından  İstanbul’da Uluslararası Suriye Konferansına  konferansı düzenlendi.

İslam alemi için birleştirici, faydalı çalışmalar yapan IDSB’yi bu faaliyetlerinden ötürü tebrik eder, emeği geçen tüm dostlara teşekkürlerimi sunuyorum.

“Suriye Devrimine Stratejik Bakış” oturumunda görüşlerimi paylaşma fırsatı bulduğum konferanstaSuriye Muhalefetinden temsilciler, akademisyenler, düşünce kuruluşu temsilcileri ve gazeteciler, 22 aydır Suriye’de devam eden krizi siyasi, hukuki ve insani boyutları ile değerlendirdiler.

Suriye muhalefetinin genel görüşü, üzerlerindeki yükün aldıkları yardımdan fazla olduğu, Suriye dostlarının açık yardım etmekte tereddüt geçirdiği ama Esed dostlarının bunu açık bir şekilde yapabildikleri yönündeydi. Suriye’nin yarınlarında toplumsal barış olduğu ifade edilen oturumda  bu devrime yardım etmenin her Müslüman için farz, insanlık için bir gereklilik olduğu yönünde ortak bir görüş yeniden dile getirildi.

Konuşmacılar arasında belki de en çarpıcı veya benim en fazla dikkatimi çeken konuşma Suriye Ulusal Konseyi eski başkanı George Sabra’nın konuşmasıydı. Sabra, Bütün dinlerin çıkış noktası olan Suriye’de İslam hükmü varken hiçbir etnik grubun eziyet ve zülüm çekmediğini, bütün toplulukların huzur ve güvenle yaşadıklarından bahsederek, yaklaşık 50 yıldır devam eden Esed rejiminde bütün etnik unsurlar arasında bir ayrışma, bir fitne girdiğinden bahsetti.

Kin ve etnik savaş isteyen Esed’e rağmen uzlaşıcı, demokratik, barışçıl, dinlere saygılı, tüm toplumlara adil temsil yönünde şeref sözleşmesi imzaladıklarını söyleyen Suriye Müslüman kardeşler lideri Ali Sadreddin al-Bayanuni’nin hemen ardından salona giriş yapan Hristiyan kökenli Sabra’nın konuşması nerdeyse birbirini tamamlayan konuşmalardı. Esed zulmüne karşı gönüller de birleşmişti sanki.

Düşünce kuruluşları temsilcilerinin söz aldığı “Suriye Devrimine Stratejik Bakış”  oturumunda “Suriye’deki Gelişmelerin Bölge Halkları Üzerindeki Etkisi” üzerine yaptığım konuşmayı özetle sizlerle paylaşmak isterim.

Arap baharı Mısır ve Tunus’ta başarıyla sonuçlandıktan sonra sıranın Suriye’ye geleceğini herkes hesap etmekteydi. O sıralarda, Suriye’ye komşu illerden birisi olan Mardin’de bir araya geldiğimiz dostlarla yaptığımız bir müzakerede  genel kanı şu olmuştu.

“Suriye ne Mısır, ne Tunus, ne de Libya’dır. Suriye Irak’ta değildir. Suriye, yedi düvelin rejim üzerinde yıllarca ince hesaplar yapageldiği bir ülkedir. Suriye’deki rejim; tıpkı bir tarladan erkence kopartıldıktan sonra bir başka alanda yapay bir şekilde olgunlaştırılmaya çalışılan içi koflaşmış, bozulmuş fakat dışında bunu hissettirmeyen kavun misali gibidir. Bu kavun feşl olur, cerrahi bir  bıçak darbesi yerse, yılların birikimi olan pis koku ve lekeler etrafındakileri kirleteceği gibi, kokusu da büyük bir alana yayılacak ve pek çok kimseyi rahatsız edecek.”

Hakikaten Esed Rejimi, cerrahi bıçak darbesini yer yemez, Rusya’sından Çin’ine, Batı dünyasından Amerika’sına,  Mezhepsel yakınlığı ulusal çıkarları ile mezceden İran’dan, sahte düşman algısı ile varlığını sürdürmeyi başarmış İsrail’ine kadar herkesin bir hesap içerisinde olduğuna şahit olduk.

Öyle ki, 1920’lerde Fransa tarafından bölük pörçük ayrıldıktan sonra sistematik bir şekilde askeri ve siyasi idarenin kendisine devredildiği Nusayri Esed rejiminin biribirine düşman görünen bir çok devleti yıllar yılı kendi içinde 7 kocalı Hürmüz gibi idare ettiğine şahit olduk.

Burada idare edilmeyen, dışlanan tek kesimin ağırlığını Arap ve Kürt Sünni Müslümanlar olduğunu söylemeye sanırım gerek kalmadı.

İnsanlık tarihinin en büyük dramlarının yaşandığı Suriye’ye seyirci kalan, iç muhalefetten emin olamadığı için dramın uzamasını sağlayan batı dünyasında Ilıman olsun da 3 kuruş fazla olsun hesaplarını yapan ABD’yi ve olayların seyrini arka planda yönlendirmeye çalışan İsrail’i gördük ki, düşürülen uçağımızla ilgili olarak herkes düştü, düşürüldü sen düşürdün ben düşürdüm tartışmaları yaparken; elin yazılımıyla uçağımıza bir enter tuşu kadar yakın olan  İsrail’den de beklenirdi.

Aslında hesap baştan belli idi. Bu bahar Suriye’de gerçekleşecekti. Kabak tadı veren diktatörlük yerini kontrollü bir demokrasiye bırakacaktı. Oluşturulacak ve en az 40-50 yıl sürmesi planlanan bu sistem, tıpkı 7 kocayı aynı anda idare eden, sadece kendi kocasına hıyanet eden Esed rejimi gibi ABD, Avrupa, İran, Rusya ve en önemlisi İsrail’i memnun edecekti.

Bu meyanda İslam dünyasındaki hayal kırıklığının en fazlası İran ile ilgili olmuştur. İran devrimini büyük bir hayranlıkla değilse de temkinli bir beğeni ile uzun yıllar takip eden mütedeyyin Sünni çevre, Suriye’de kralın çıplak kalacağını tahmin edebilmiş ama bu denli çıplak kalacağını kestirememişti.

Ama bir İslam ülkesi olan İran, Şii başbakan liderliğindeki Irak hükümeti ile Şii kimlikli Hizbullah’ın Esed rejimine verdiği desteğin bu denli ileri gitmesi beklenmezdi.

Tabi buna laikçi söylem sahipleri, ulusalcılar, Kemalistler ve alevi topluluğun özellikle ateist solcu kesiminin kan ve gözyaşı üzerindeki gönül birlikteliklerini açıkça ifade etmelerini saymıyorum.

TÜRKİYENİN TAVRI

Bu noktada Türkiye bir çok kez bir savaşın içine itilmek istendiyse de temkinli davranmayı başarmıştır.

Ne varki 100 yıldan fazla bir senedir başkalarınca yazılmış senaryoyu uygulamak ve sadece kendisine verilmiş rolü oynamakla sorumlu olan Türkiye devreye girdi ve benimde komşum, soydaşım, dindaşım tarihten beri süren kader arkadaşımla ilgili bir hesabım var dedi işte o zaman olayın seyri birden değişiverdi. Kaba bir tabirle buyur ne halin varsa gör dendi. Patlayan bozuk havadan nasiplen veya zehirlen diyerek savaşa çekilmek istendi.

Kanaatimce Türkiye dış politikada son yüzyılın en dik duruşunu sergiledi. Belki iç siyasette fırsatçılar tarafından acımasızca eleştirildi. Belki süreç uzamakla insanlık dramı yaşandı ama gelecekte İslam dünyasının diklenmeden nasıl dik durabileceğini, kendi senaryolarının olabileceğini gösterdi ve islam ülkeleri arasında güçlü bir birlikteliğin sinyallerini en güçlü bir şekilde hissettirdi.

Bu noktada Esed’le ortak kabine toplayacak kadar samimi olduktan sonra bu ne düşmanlık ve tutarsızlık diyenlere şunu hatırlatmakta yarar görüyorum. Elbette ülkeler ve devlet adamları ile iyi ikili ilişkiler geliştirebilirsiniz. Demokratik adımlar atması için sırtı sıvazlanan Esed’le yürütülen iyi ilişkilerin çoluk çocuk demeden masum katliamına dönüşürken bile devam ettirilmesini talep etmek abesle iştigali talep etmek olur ki bunu savunanlar bu abesle iştigali kendileri devam ettirmekteler.

Gelelim bölgede  oynanmak istenen oyuna; nasıl ki Türkiye bu savaşın içine devlet olarak çekilmek istendiyse öyle bir şey olamaz. Son zamanlarda Suriye’ nin kuzeyinde ateşi yıllar yılı sönmeyecek bir fitnenin planları yapılmakta.

Bir yandan Rusya Batı dünyası Esed sonrası oluşacak yönetimin kendileriyle nasıl bağımlı çalışacağı hesaplarını yaparken öte yandan Esed, Türkiye’yi de  içine alacak bölgesel bir Sünni Kürt- Arap – Türk çatışmasını körükleyebilmek için olanca güçleriyle çalışmaktalar.

Suriye’deki halk direnişi er yada geç zafere ulaşacaktır.

Lakin kuzeyde özellikle Rasulayn üzerinden oynanmaya başlayan oyun bölgesel bir kıvılcım çakılmak istendiği bir arena olarak kullanılıyor.

Suriye’de halk ayaklanması başladığında buna çok önceden hazır olan güven sorununu aşması halinde topyekün muhalif mücadeleye katılması beklenen sayıları 1,5 milyon civarında olan Kürt kardeşlerimiz vardı. Bunu fark eden Beşer Esed, babası zamanında ülkeden kovulan Salih Müslim’i apar topar çağırıp örgütlenmesi için olmadık imkanlar sundu.

Esed’ Salih Müslim’i tekrar canlandırıp Kürtlerin başına Demokles’in kılıcı gibi diktikten sonra uzun soluklu bir nefes almıştır. Yıllar boyunca vatandaşlık hakkı bile vermediği Kürt toplumunun başına geçirdiği örgütü kuzey birliği olarak kullanmak sureti ile iktidardaki ömrünü uzatmak istemiştir ki bunu kısmen başarmış durumdadır.

Sünni ve muhafazakâr bir İslam anlayışına sahip Kürtlerin Esed’e birlik olması söz konusu olmadığı gibi tanımadıkları ve ideolojisini benimsemedikleri bir örgütle de birlik olmaları imkânsızdır. Ne var ki;, tıpkı 1990’larda devletten olması gereken makul ve meşru taleplerini alamamış Kürtlerin, ideolojisini benimsememesine rağmen zaman içinde kendisini örgütle özdeşleştirmesinde olduğu gibi burada da aynı senaryo gerçekleşmek üzeredir.

Hali hazırda Amuda, Derbesiye gibi Kürt kentlerinde giriş çıkışları kontrol etmek, devlet dairelerinde kendi bayrağını asmak dışında ciddi bir taraftar bulamamıştır.

PYD’nin oluşturduğu askeri birliğin neferi olmamak için bu şehirlerden sınır illerimize bir çok Kürt gencinin kaçtığına bizler tanıklık etmekteyiz.

Her hâl karda Esed rejimi gidicidir. Ne yazık ki, giderayak işletilmeye çalışılan bir plan Sünni Müslüman Arap ve Kürtlerin yüzyıllarca kardeşlik içerisinde bir arada yaşadığı Rasulayn kobay olarak seçilmiş ve plan devreye sokulmuştur.

Rasulayn şehri Türkiye’nin Ceylanpınar ilçesi ile bitişik bitişik bir şehir. Tıpkı Nusaybin Kamışlı misali..

Zaten bizde sınır bu yönüyle hiçbir anlam ifade etmemiştir. Sınır yerine hattın altı veya üstü, bene hat veya taht al hat tabirleri kullanılagelmiştir.

Özgür Suriye Ordusu ÖSO, geçtiğimiz aylarda bu kenti Esed’in askerlerinden 2 günde temizlemiş ve idareyi devralmıştı. Hemen ardından Esed’in Kuzey birlikleri gibi davranan PYD, şehri tekrar almaya çalışmışsa da şehri dışındayken püskürtülmüştü.

Çok geçmeden şehrin içine sızmak suretiyle ikinci denem yapılmış, şehrin Kürt ve Arap ileri gelenlerinin bir araya gelmesi ile şehir dışına çekilmeleri sağlanmıştı.

Fakat 10 gündür durum çok vahim. Kürtlerin yoğunlukta olduğu şehrin kenar mahallelerine dağılan PYD ile çatışmalar tekrar başlatmıştır.

Tank ve ağır silahlara sahip ÖSO, temizliğin 1-2 günde yapılabileceğini fakat sivillerin arasında bulunan PYD’nin amacının sivil ölümleri sağlayarak diğer Kürt kentlerinde taraftar sağlama niyetinde olduğununu fark etmiş olmalı ki, fitneye alet olmamak adına dikkatli adım atmaktalar. Muhalif Kürt aşiretleri sivillerin mahalleleri boşaltması yönündeki uyarıları da fayda vermiyor zira ana cadde başlarını tutan keskin nişancılar Arap Kürt bakmaksızın çıkanı avlıyorlar.

Öyle ki sıralı 6 evin duvarlarını dele dele tali caddelere çıkış yolu bulmaya çalışan masum siviller var.

İşin ilginç olan kısmı, yakalanan örgüt mensupları içerisinde hatırı sayılır miktarda Türk kökenli ve İran’lı militanlar var.

Buradaki tek amaç, Kürtler vuruluyor havası oluşturarak bir Arap Kürt çatışması başlatmak.. Bunu başarabilirlerse ki duygusal yansımaları Suriye içlerinden tutun da Gaziantep, Şanlıurfa, Kamışlı, Haseki, Mardin, Siirt ve Batman dahil bölgenin pek çok yerini saracak.

Daha önce dediğim gibi; Rusya ve Batı dünyası Esed sonrası çalışılabilir bir iktidar arayışındayken, İran ve giderayak Esed’in yapmayı tasarladığı iş Sunni Müslümanlar arasında hiç sönmeyecek bir ateşin fitilini yakarak gitmek..

Tabi İsrail açısından değmeyin keyfime durumu başlar. Sünni İslam dünyası birbirini yerken, İran ile karşılıklı düşman algısı üzerinden sanal bir İslam dünyasının yeni liderini oluşturmak..

Sağlıcakla Kalın

USTAD  27.01.2013