Suriye Politikamız Diriliş mi, İflas mı?-4

Yazımızın üçüncü serisinde Türkiye’nin Suriyeli sivilleri kontrolsüz bir şekilde kabul ettiği ile ilgili yöneltilen birbirine zıt eleştirilerden bahsetmiştik.

Bu yazıda Türkiye’nin Suriye içişlerine müdahale ettiği ve Suriye topraklarında yürütülen vekâlet savaşlarında rol almaya çalışıp ülkeyi savaşa sürüklediğine dair yapılan eleştirilerden bahsedelim.

Yazı serisini iç politikadaki hırsı ülkesine hainlik sınırını çoktan aşan siyasilerin çirkef eleştirilerine değinerek devam ettirmek niyetindeyim.

Her şeyden önce Türkiye, Suriye’nin içişlerine mi karışmıştır yoksa 100 yıl önce bizzat Anadolu’nun içişlerine karışıp kardeş halkı birbirinden ayıran batının yeniden dizayn işlerine mi karışmıştır onu kavramak lazım.

Suriye kasabı Beşşar’ın babası Hafız Esed’in hangi tarihte ve ne amaçla Suriye’ye getirildiğine, İsrail ile yapılan pazarlığın ardından hangi şartlarda Suriye Devlet Başkanlığına getirildiğine dair yakın tarihi yeniden hatırlamak lazım..

40 yıldır halkını zulümle idare eden bu rejime karşı başlayan Suriye halk hareketinin etnik bir endişe veya menfaat amaçlı yola çıkmadığını görmek lazım.

Eğer bazılarının yansıttığı gibi etnik bir kalkışım olsaydı, Müslüman Sünni Araplar, Beşşar katiline isyan etmek yerine beraberce Suriye’nin keyfini ve sefasını uzun yıllar sürüp diğer etnik gruplara olan baskıyı sürdüreceklerdi.

Oysaki Suriye’nin Müslüman Arap halkı, hem kendi üzerinde hem Müslüman Kürt kardeşi başta olmak üzere tüm halk üzerinde 40 yılı geçen olağanüstü hal tahakkümünün kaldırılmasını talep etmiştir.

Çok partili demokratik bir ortama geçilmesini, düşünce tutuklularının serbest bırakılmasını, kayıp vatandaşların nerede ve hangi durumda olduklarının açıklanması ve 30 yıldan beri sınır dışı edilen ve sayıları 2 milyondan fazla olan mazlum vatandaşların tutuklanmamaları şartıyla geri dönmelerine izin verilmesini talep etmiştir.

Muhaberatın halkın dini aleyhine baskı aracı olarak kullanılmamasını, halkın canına kıyan, yolsuzluk yapan ve rüşvetle çalışanların yargılanmasını talep etmiştir.

Hafız Esed tarafından iktidar karşılığında İsrail’e verilen Golan Tepelerinin geri alınmasını talep etmiştir.

Şimdi zalime karşı mazlumun direnişi haline gelen bu halk hareketi mi haklıdır yoksa barış, demokrasi, özgürlük gibi kelimeleri ağızlarında çiğneyip kusmuk gibi saldırı aracı olarak kullanan ve Beşşar katiline her türlü desteği sunan bizim meymenetsiz Esed destekçileri mi?

Emin olun ki, 100 yıldır çeşitli etnik ve mezhepsel kamuflaşlar giyerek ülkenin başına bela olmuş bizdeki gizli ecnebilerle bunların kırıntısı meymenetsizlerin köküne inerseniz, kökeni ve dini kamufle edilerek Suriye’nin başına bela edilen Hafız Esed ve familyasıyla aynı kaynaktan beslendiklerini görürüsünüz.

Herkes kendi görevini yapmakta..

Suriye halkı müstemleke yapılmış toprağını geri istemekte..

Eskiden olduğu gibi dünya Müslümanlarının sesi ve kulağı olmaya çalışan Anadolu ruhu bu haklı davalarına destek vermekte..

İslam topraklarında 100 yıldır kuytuda beslenen bu kesimler de, Türkiye’nin yakın geçmişte olduğu gibi sessiz ve malayani işlerle meşgul edilen bir ülke pozisyonunda çıkmasının hazımsızlığını yaşamaktalar.

Bu kadar net, bu kadar basit…

Bu hazımsızlığı yaşayanlara en somut örnekleri merak edenler Suriye meselesinde akademisyeninden siyasetçisine, gazetecisinden figuranına başarısız bir misyonun ardından son çırpınışlarını göstererek açığa çıkanlara baksınlar yeter.

Bunlar, dünyanın diğer ucundan İslam topraklarına gelen, insanları vahşice katleden, halkı birbirine düşüren, her türlü planlamayı, parçalamayı, sömürüyü yapan gayrı Müslimleri hoş karşılarken, ekmeğini yediği bu ülkeye açık ihanete devam etmekte, Türkiye’nin komşusuna, akrabasına, dindaşına veya tarihdaşına uzattığı insani eli bile fazla görmekteler.

Birde bunların etkisinde kalmış, 100 yıllık toplum mühendisliği ve düşürüldüğü aşağılık kompleksi sonucu nerdeyse aslını bile inkar edecek seviyede tecavüzcüsüne aşık bakışlarla destek veren bizdekiler var ki onlara sadece islah olmaları için dua edin.

Bu iki kesimin dışında kalıpta kafası dezenformasyonlarla karışanlar şuna iyi inansınlar ki, Suriye, ne mezheplerin ne de etnik grupların çatışma alanıdır.

Suriye, 100 yıldır sanal düşman algısı ile sürdürülen İslam dünyasını sömürü düzeninin ya yıkılacağı, ya da bir 100 yıl daha bu sömürüsüne devam edeceği bir arenadır.

Şam’ın bu sömürü düzeninden sıyrılacağı gün, İstanbul’un derin güçlerin sömürüsünden tamamen sıyrılacağı gündür.

Şam’ın üzerindeki kara bulutların dağılacağı gün, İslam âleminin önünü göreceği, birlik olacağı gündür.

Şam’ın özgürleşeceği gün, emperyalizmin ve emperyalist güçlerle omuz omuza duran işbirlikçi kronik muhaliflerin tüm art niyeti ile ortada kalacağı gündür.

Lübnan, Suriye, Filistin, İsrail ve Ürdün’den oluşan bölgenin eskiden olduğu gibi Suriye coğrafyası olarak birleşeceği gün, İslam coğrafyasının tek yürek olacağı, İslam âleminin bir Arabı, Kürdü, Türkü veya Acemi kendisine lider olarak kabule hazır olduğu gündür.

Bu yüzden Suriye’deki halk direnişi neye mal olursa olsun er ya da geç zafere ulaşmalıdır.

Ve siz, ey fesat düşüncelerden dışında kalan  iyiniyetli eleştirmenler..!

Suriye içişlerine müdahale konusunda politikasında Türkiye’yi illa ki eleştirecekseniz, bu sürece yeterli oranda dahil olmadığı için eleştirebilirsiniz.

Zaman zaman yapılan açıklamaların İslam toplumlarında zikzak algısı oluşturduğu için eleştirebilirsiniz.

Dünyanın öbür ucundan rol kapanlara karşılık sadece insani yardım gibi bir rolle yetinmesinden dolayı eleştirebilirsiniz.

İran ve Rusya’nın esamisinin okunmadığı ilk başlarda herkesten daha fazla söz sahibi olmasına rağmen görünür bir müdahaleden her daim kaçındı diye eleştirebilirsiniz.

Suriye’ye girmek tuzaktır tuzağına düştüğü ve etrafına koca bir duvar örüldükten sonra Cerablus darboğazında top atışlarına mecbur kaldığı için eleştirebilirsiniz.

İçeride aslanlar gibi İslami muhalifler dururken her biri yıllardır AB(D)’den beslenmiş hiltoncu dediğim muhaliflere bel bağlayarak işe koyulduğu için eleştirebilirsiniz.

Suriye içlerindeki İslami muhalefeti zamanında açık açık örgütlemediği için, hatta bu yüzden her birinin diğerini kırmasına ve bitkin duruma düşmesine bir sebepte kendisi olduğu içim eleştirebilirsiniz.

Suriye içlerinde 300 bin can giderken, enerji koridoru inşasında PKK/PYD’nin AynelArab (Kobane)’de olmayan bir katliam için Kürtleri ajite etmesine çaresiz kaldığı için eleştirebilirsiniz.

İŞİD algısına kapılıp cevap yetiştirken bölgede İslami söyleme sahip kesimlerin nutkunun tutulmasına sebep olduğu için eleştirebilirsiniz.

Ülkenin lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın mefkuresinin 10 gömlek altında bir kısım insanların hem çözüm sürecinde hem Suriye konusunda sahadan yeterli bilgiyi alamayıp liderlerini zor duruma soktukları eleştirebilirsiniz.

Ama asla, Suriye içişlerine müdahele ediyor diye eleştiremezsiniz.

Asla, yüzyıllar boyunca vücudunun bir uzvu olan bu toprakların yeni baştan parçalanmasına niye karıştı şeklinde eleştiremezsiniz.

Çünkü Suriye meselesi tarihten beri Anadolu meselesidir.

Değil şu an yaşadığımız 100 yıllık fetret dönemi, üzerinden yüzyıllar geçse dahi bu gerçek değişmeyecektir.

Geçtiğimiz günlerde Ankara’da, Suruç’ta ve Diyarbakır’da iç siyaseti yönlendirmek isteyen küreselcilerin taşeronları aracılığıyla yaptırdıkları eylemler Suriye meselesinden bağımsız eylemler değildir.

Bu eylemler batının ekonomik ve ideolojik temellerde yeniden dizayn etmek istediği Suriye içişlerine karışmayın mesajının ötesinde Anadolu ile Sunni İslam toplumları arasında oldukça tehlikeli bir duvar örmeye yönelik Suriye masası üzerinden yönetilen eylemlerdir.

Suriye meselesi Anadolu’yu ilgilendirdiği kadar, Sünni Kürtlerin temsilcisi Barzani’yi, Ortadoğu’daki tüm Sünni unsurları ve İslam dünyasını birebir ilgilendiren bir meseledir.

Bu meselede hakkını arayan Suriye’nin mazlum halkı isyancı sayılmayacağı gibi, aynı hassasiyetle hareket eden Türkiye’de asla müdahaleci sayılamaz..

Batı bloğunun enerji koridoru uğruna grupları birbirine düşürdüğü, komünist blokun Şia bilmecesi ile ittifak kurarak en vahşi katliamlar yaptığı Suriye’de illa ki bir isyancı aranacaksa, bu toprakların gerçek sahibi olan halkı değil, Esed ve rejiminin kendisi isyancıdır.

Hiçbir tarihi geçmişi olmayan İran ve beslediği teröristler isyancıdır.

İlla ki bir müdahaleci aranacaksa, müdahale hakkı olmasına rağmen maalesef yeterince etmeyen Türkiye değil, uzaklardan gelip nifak sokan batının kendisi müdahalecidir.

İslam’a ve Müslümanlara düşmanlığı tarihten bu yana süren Rusya müdahalecidir.

Bu yüzden neye mal olursa olsun bu devletlerden aldığı güçle halkını katleden isyancı Esed ve ekolü yargılanmalıdır.

Zor durumda bıraktığı halkının gözü önünde ibreti alem yargılanmalıdır.

Yüzbinlerin canı için yargılanmalıdır. On binlerce kadın ve çocuğun canı yüzünden yargılanmalıdır.

Harap ettiği şehirler, yüzyıl geri bıraktığı ülke için yargılanmalıdır.

Giderayak mezhepsel bir fitne oluşturmaya çalıştığı için yargılanmalıdır.

İsrail ile yaptığı gizli işbirliğinden yargılanmalıdır. Müslüman komşu ülkeler arasında gerginlik oluşturduğu için yargılanmalıdır.

Filistin için yargılanmalıdır.

Türkiye Suriye’nin içişlerine neden karıştı şeklinde kendisine sunulanı söyleyen iç işbirlikçilere konu ile ilgili son sözüm şu ki, bu ümmet toplumsal hafızasını kaybetmeyen bir ümmettir.

Yakın geçmişi de unutmaz, uzak tarihi de..

Bu yüzden kendinizi açık ettiniz etmesine ama fazlaca ileri gidip şımarmayın ki batının sizin üzerinizden ajite edeceği yeni durumlar ortaya çıkmasın.

Yazı serisini bitireyim istemiştim ama olmadı.

Hem fazla uzattığım için özür diliyor, hem Suriye topraklarında yürütülen vekâlet savaşlarında Türkiye’nin rolü ve savaşa mı sürükleniyoruz konusunu bir sonraki yazıya bırakıyorum

Sağlıcakla kalın

@akgulahmet