İslam Coğrafyasında Açık Bırakılan Adisyon : BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI

İslam Coğrafyasında Açık Bırakılan Adisyon

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI

(Batının Devam Eden Dini ve Ekonomik Paylaşım Savaşı)

 

“…Siz Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden çekilmesinden sonra bıraktığı boşluğu(n yerini) hiçbir devletin, kurmayı düşündüğünüz Milletler Cemiyeti’nin alamayacağını, hiç birisinin üç kıtanın en karışık ve dağdağalı mıntıkasında Osmanlı Hakanlığı kadar adaleti, hakkı, nasfeti, musavatı temin edemeyeceğini göreceksiniz. Osmanlının elinden zorla, zalimce, haksızlıklar irtikap edilerek alınmış topraklarda huzur ve sükûn tesis edilemeyecek. Ne tarihî, ne ırkî, ne de dini kıstaslar, hakim kuvvetler mücadelesine mani olamayacak, kanlar dökülecek ve Osmanlı aranacak. Bunu sizin halefleriniz arasında itiraf edenler çıkacak. Çünkü Allah’ın adaleti gün olur hükmünü icra eder!”

Said Halim Paşa

Sabık Osmanlı Sadrazamı

1920, Malta (sürgün yılları)

 

Özetle Birinci Dünya Savaşı

Fransız İhtilali ile başlayan milli­yetçilik akımı çok uluslu devletler için tam bir deprem etkisi oluşturmuştu.

Milletlerin kendi ge­leceğine karar vermesi anlamına gelen bu akım, Avrupa’nın sosyal ve siyasi yapısını derinden sarsmakla kalmamış, kısa bir sürede Osmanlı topraklarını da etkisi altına almayı başarmıştı.

Avrupa’da milliyetçilik akımıyla eş zamanlı olarak yükselişe geçen sanayileşme, ham madde ve pazar arayışlarını da hızlandırdı. Sömürge toprak arayışları, hızla sanayileşen Avrupa ülkeleri arasında ekonomik rekabetin artmasına ve çıkar merkezli siyasi gruplaşmaların oluşmasına neden oldu.

Tamamen maddeye odaklı bu gruplar arasındaki savaş kıvılcımı Avusturya-Macaristan veliahtının bir Sırp tarafından öldürülmesiyle, 28 Temmuz 1914’te ateşlenmiş oldu.

Bu olay üzerine, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Sırbistan’a savaş ilan etti ve böylece insanlık tarihinin gördüğü en kapsamlı savaş olan Birinci Dünya Savaşı başlamış oldu

Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yanında yer alarak Rusya ve Fransa’ya savaş açtı. Buna karşılık İngiltere de Almanya’ya savaş ilan etti.

İlerleyen zamanda Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın oluşturduğu İttifak Devletlerine Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan katıldı. Yine İngiltere, Fransa ve Rusya’nın oluşturduğu İtilaf Devletleri’ne ise Sırbistan, Belçika, Lüksemburg, Karadağ, Romanya, Japonya, İtalya, Yunanistan, Portekiz, Brezilya ve Amerika Birleşik Devletleri katıldı.

28 Temmuz 1914’de başlayıp 11 Kasım 1918’de sona eren savaşın 4 yıllık ilk devresinde, savaşan unsurlardan 10 milyona yakın insan hayatını kaybetti.

Gerçek rakamlar bilinmese de, sivillerle birlikte 30 milyon civarında insan yaralı, hasta ve kayıp olarak kayıtlara geçti.

 

l. Dünya Savaşı İstatistikleri
Ülkeler Toplam Asker Sayısı Ölü Sayısı Yaralı Kayıp Toplam Kayıp Kayıpların Asker
Sayısına Oranı %
İtilaf Devletleri
Rusya 12,000,000 1,700,000 4,950,000 2,500,000 9,150,000 76.3
Fransa 8,410,000 1,357,800 4,266,000 537,000 6,160,800 76.3
İngiltere 8,904,467 908,371 2,090,212 191,652 3,190,235 35.8
İtalya 5,615,000 650,000 947,000 600,000 2,197,000 39.1
ABD 4,355,000 126,000 234,300 4,500 364,800 8.2
Japonya 800,000 300 907 3 1,210 0.2
Romanya 750,000 335,706 120,000 80,000 535,706 71.4
Sırbistan 707,343 45,000 133,148 152,958 331,106 46.8
Belçika 267,000 13,716 44,686 34,659 93,061 34.9
Yunanistan 230,000 5,000 21,000 1,000 17,000 11.7
Portekiz 100,000 7,222 13,751 12,318 33,291 33.3
Karadağ 50,000 3,000 10,000 7,000 20,000 40.0
Toplam 42,188,810 5,152,115 12,831,004 4,121,090 22,104,209 52.3
İttifak Devletleri
Almanya 11,000,000 1,773,700 4,216,058 1,152,800 7,142,558 64.9
Avusturya-Macaristan 7,800,000 1,200,000 3,620,000 2,200,000 7,020,000 90.0
Türkiye 2,850,000 325,000 400,000 250,000 975,000 34.2
Bulgaristan 1,200,000 87,500 152,390 27,029 266,919 22.2
Toplam 22,850,000 3,386,200 8,388,448 3,629,829 15,404,477 67.4
Genel Toplam 65,038,810 8,538,315 21,219,452 7,750,919 37,508,686 57.6
  kaynak: www.tarihogretmeni.com

Osmanlı imparatorluğu, kendi toprakları içerisinde kalan Kafkas, Kanal, Filistin-Suriye, Irak, Hicaz-Yemen ve Çanakkale cepheleri ile sınırları dışında kalan Makedonya, Galiçya ve Romanya cepheleri olmak üzere tam 9 cephede savaşmıştır.

Savaşın sonunda; Avusturya-Macaristan, Alman, Rus ve Osmanlı imparatorlukları dağılmış, Almanya’da Hitler, İtalya’da Musolini iktidarı başlamış, Rusya’da komünist rejim kurulmuş, üç kıtanın siyasi haritalarında çok kapsamlı değişiklikler meydana gelmişti.

 

Birinci Dünya Savaşı Bitti mi?

Resmi tarih kitapları, Birinci Dünya Savaşı’nın, 1914 yılında başlayıp 1918 yılında sona erdiğini kaydederler.

Her ne kadar kayıtlara 4 yıl sürdüğü geçmişse de, sömürge arayışı gibi ekonomik reflekslerle başlayan bu savaş,  İslam coğrafyası üzerinde hem ekonomik hem dinsel sömürüye dönüşerek günümüze kadar devam ede gelmiştir.

İşin aslı şu ki; hem itilaf hem de ittifak devletlerinin savaş öncesi ve sonrası için Osmanlı İmparatorluğu üzerinde bir takım çıkar hesapları ve istila planları bulunmaktaydı.

İttifak devletlerinin başını çeken Almanya, Osmanlıyı bu ittifaka dâhil ederken bile Ortadoğu’da askeri ve ekonomik bir etkinlik sahası oluşturmayı amaçlıyordu. Yine Osmanlı ile aynı blokta yer alan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise Osmanlının Avrupa’daki topraklarını ele geçirerek Ege Denizi’ne ulaşmayı planlıyordu.

Karşı blokta yer alan itilaf güçlerinden Amerika, Osmanlı topraklarında bir takım yatırımlar yapmak suretiyle siyasi ve ekonomik nüfuz alanı kazanmak istiyordu. İngiltere, Arapları Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandırarak Ortadoğu petrollerine egemen olmaya çalışırken, İtalya ve Fransa ise, Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimleri kışkırtmak suretiyle bazı bölge­leri ele geçirmeye çalışmaktaydı.

Yine itilaf unsurlarından Rusya, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını ele geçi­rerek sıcak denizlere inmeyi ve başkenti İstanbul olan bir Slav imparatorluğu kurmayı planlamaktaydı.

Nitekim Osmanlı topraklarını paylaşmak için bu süreçte yapılan gizli antlaşmalara baktığımızda;

İngiltere, Fransa ve Rusya arasında yapılan Boğazlar Antlaşmasıyla Boğazlar ve çevresi Rusya’ya bırakılmış, İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında yapılan Londra Antlaşmasıyla da İtalya’nın İtilaf Devletleri saflarında yer alması durumunda kendisine Ege kıyıları ve 12 ada vaat edilmişti.

İngiltere ve Fransa arasında yapılan Sykes Picot Antlaşması ile Arap toprakları Osmanlı’dan koparılarak iki devlet arasında pay edilmişti.

Aynı devletler arasında daha sonra yapılan Petrograd Protokolü ile Rusya’nın Sykes-Pi-cot Antlaşmasını kabul etmesine karşılık kendisine boğazlara ek olarak Trabzon’a kadarki Karadeniz kıyılarıyla doğudan Erzurum, Muş, Van, Bitlis verilmiş, daha sonra İngiltere, Fransa, İtalya arasında yapılan St. Jean de Mourienne Antlaşması ile Sykes Picot ve Petrograd Protokolünü öğrenen İtalya’ya Konya, Antalya, Aydın ve İzmir çevresi verilerek toprakları genişletilmişti.

İngilizler bir yandan Araplar’ın Osmanlı’ya ihaneti karşılığında kendilerine para ve bağımsızlık sözü veren Mc. Mohan sözleşmesini yaparken, diğer yandan Amerika ile birlikte bugünkü Filistin topraklarında Yahudilere yurt kazandırmaya yönelik Balfour Deklarasyonunu ilan etmişlerdi.

Rusya’da Bolşevik İhtilali olunca, İtilaf Devletleri Rusya’ya bıraktıkları toprakların bir kısmı üzerinde Özerk Kürt Devleti oluşturmak ve kalan kısmını Ermenistan’a vermek istedilerse de, bu plan, ihtilalle gelen rejiminin gizli antlaşmaları açıklaması yüzünden rafa kaldırılmıştı.

Bolşevik rejimin bu tavrı üzerine, ABD Başkanı Wilson tarafından sorunların barışçıl yollarla sonuçlandırılmasını içeren Wilson ilkeleri ilan edildi. Ne yazık ki ilan edilen Wilson ilkeleri, batı ülkeleri arasındaki sorunları barışçıl yollarla çözmeyi amaçlarken, Osmanlı topraklarını ise sömürü için daha açık bir hedef haline getiriyordu.

 

Birinci Dünya Savaşının Kurumsallaşması

Söz Amerikan Başkanı Wilson’dan açılmışken Amerika’nın Birinci Dünya Savaşı’nda başlayıp günümüze kadar devam eden Türkiye düşmanlığını hatırlatmakta fayda görüyoruz.

Amerikan Başkanı Wilson, Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru “Türkiye haritadan silinecektir” düşüncesini açık açık ifade ederken, aynı dönemde Dışişleri Bakanı olan Cabot Lodge ise “… Türkiye Avrupa’dan çıkarılmalı, Ermenistan Devleti kurulmalı, Avrupa Osmanlı’dan kurtarılmalıdır” sözü ile Amerika’nın Osmanlı coğrafyası ile işinin bitmediği, taraflar arasında barış sağlansa dahi, İslam coğrafyasını istila ve paylaşım savaşının devam edeceği işaretlerini vermekteydi.

İngiliz ve Almanlar tarafından 19.yy sonlarına doğru Ortadoğu’nun  enerji kaynaklarına yönelik başlayan hamle, merkez üssü Anadolu olan Osmanlı’yı parçalamaya yönelik bir hamleydi ve sonucunda Birinci Dünya Savaşı patlak vermişti.

Tarihi kayıtlara göre Birinci Dünya savaşı 11 Kasım 1918’de fiilen sona ermişti ermesine lakin, Batının İslam dünyasını parçalama ve paylaşmaya yönelik hesabı asla sona ermemişti.

Nitekim kendi arasında Birinci Dünya savaşına parantez sayılabilecek İkinci Dünya Savaşı adını verdikleri çıkar paylaşım savaşını yapan Batı, bu parantezi AB projesiyle kısa sürede kapattı.

İkinci Dünya savaşı parantezini kapatır kapatmaz, Birinci Dünya Savaşından kalma hesapları NATO ve benzeri küresel oluşumlar gibi yeni format ve yöntemlerle sürdürme yoluna gitti.

Esasında Batı, Osmanlı devleti penceresinden büyük toprak kayıpları yaşandığı için hezimet, ama yeni kurulan Türkiye devleti penceresinden kayıpların kısmi telafisi sayıldığı için başarı olarak görülen Lozan antlaşmasını dahi hiçbir zaman hazmedememişti.

Lozan’da gözlemci statüsünde bulunan Amerika bile, görüşmeler sırasında Türkiye ile yaptığı bir takım ticari antlaşmaları uygulamaya sokmaktan vazgeçmekle, bir bakıma Lozan’ı tanımadığını en baştan ilan etmişti.

Batı, 1914’te başlayan Dünya Paylaşım Savaşında Osmanlı toprakları üzerindeki hesap adisyonunu günümüze kadar kapatmış değildir.

Birinci Dünya savaşından kalma Osmanlı haritalarını fırsat buldukça servis eden ve yarım kalmış paylaşımı tamamlamak için plan üzerine plan yapan Emperyalist Batının Osmanlı coğrafyası üzerindeki işgal hesapları aralıksız devam etmektedir

Amerika ve İngiltere’nin başını çektiği Emperyalist Batı, İslam dünyası üzerinde siyasi ve ekonomik işgalini bireysel askeri güçten ziyade WTO, Federal Reserve, IMF, Dünya Bankası, Bilderberg, Trilateral, AB, RAND, Pentagon ve birçok think tank kuruluşu gibi küresel oluşumlar vasıtasıyla sürdürmeye devam etmektedir.

Rothschild, Rockefeller gibi seçilmiş ailelerin gücü üzerinden sömürü ve kuşatma politikaları Kosova’dan Yemen’e bütün Osmanlı mirasını işgal etmiş durumdadır.

Bu kuruluşlar vasıtasıyla Türkiye başta olmak üzere işgal edilmiş tüm Osmanlı topraklarında sıcak takip yapılmakta ve herhangi bir bölgede artan İslami bilinç veya bağımsız ekonomik hareketlenmeler anında engellenmektedir.

Son olarak Irak, Libya, Yemen ve Suriye gibi Osmanlıdan miras topraklardaki uyanış hareketlerini laboratuvar ürünü terör örgütleri gibi çirkef oyunlarla bastırmaya ve süreci kendi lehlerine çevirmeye çalıştıklarına herkes şahit olmuştur.

CIA, M16 ve MOSSAD gözetiminde bölme, parçalama, iç isyan, yeniden siyasi dizayn gibi işgalin sürekliliğini sağlayan toplumsal mühendislik çalışmaları aralıksız devam etmektedir

Batının İslam coğrafyası üzerinde Birinci Dünya savaşından bu yana devam eden siyasi ve ekonomik çıkarlarını gelecek 100 yıla için de güvence altına almaya çalışan bu küresel işgal yapılanması, aynı zamanda sosyal, kültürel ve dini işgali de eşzamanlı yürütmektedir.

İngiliz ajanı Lawrence, İslam coğrafyasına yönelik yürütülen savaşı “Türklerin askeri gücüne değil, zihinlerine ve kalplerine karşı verilen bir savaştır” şeklinde tanımlamıştı.

Bu gün bu yapıların hızlı iletişim teknolojisi diye kullanıma sunduğu İnternet ve  Facebook, Twitter, Whatsup gibi sosyal medya araçları, Osmanlı mirası topraklarda hangi habere ne şekilde ulaşılması gerektiğinden tutunuz da hangi gündemi ne sıklıkla takip etmeleri gerektiğine, olaylarda hangi tarafın tarafı olması gerektiğinden tutunuz da, olaylara nasıl bir yaklaşım göstermesi gerektiğine kadar zihinleri kolaylıkla yönetebilmektedirler.

Yine, TV ve yazılı basın gibi kitle iletişim araçları vasıtasıyla kültürel işgal devam etmekte, modadan eşyaya, nikâhsız beraberlikten uyuşturucu iptilasına, yemekten diyete, zinadan lüks tüketim alışkanlığına, filmden tatile,  cinsellikten kumara, müzikten spora kadar kapitalizmin bütün sömürü unsurlarıyla her gün daha fazla kuşatmaya devam etmektedir

Temelinde  ilahi düşünceye karşı olan hümanizm gibi bir takım cici görünümlü akımlardan tutunuz da, cinsiyet eşitliği, özgür birey, özgür yaşam gibi cezbedici kavramlarla Müslümanları önce geleneksel değerlerinden soğutmakta, ardından emperyalizme köle yapmaktadırlar.

Bu gün, Osmanlı’nın işgal edilmiş topraklarında içki, kumar, teşhircilik, sefahat içeren yaşam tarzı modernlik adı altında dayatılırken, İslam’ın gerici, vahşi, terörist unsurların ana sebebi olduğuna dair yalanlara bizzat bu topraklarda yaşayan Müslümanların bile inandırılması sağlanmaktadır.

İşgalci Batı, yüzyıllarca İslam kardeşliği hukukuyla bir arada yaşayan halkları etnik veya mezhepsel nedenlerle birbirine kırdırmaya, dostu düşman, düşmanı dost göstermeye devam etmektedir.

Yazımızın başında, 30 milyondan fazla insanın zarar gördüğü Birinci Dünya savaşının ilk 4 yıllık evresinde 20 milyondan fazla kayıp ve esir olduğundan bahsetmiştik.

Lakin İslam toprakları, ne o 4 yıllık savaş evresinde, ne de İslam tarihinin hiçbir evresinde bu denli esaret yaşamamıştı.

Birinci dünya savaşının ilk 4 yıllık evresini 250 bin kayıp/esir ile kapatan İslam Coğrafyası, gönül ve zihin dünyasına yönelik savaşın halen devam eden ikinci evresinde yüz milyonlarca bedeni, duygu ve düşünceleri ile birlikte kaybetmiş, esir vermiştir.

Bir başka deyişle, savaşın birinci evresinde Çanakkale’den geçemeyen düşman, ikinci evrede ne yazık ki çanak antenden girmeyi başarmıştır.

Duygu ve düşünce esaretinin savaş esaretinden en önemli farkı şu ki; savaş esiri esaret kahrıyla fazla yaşayamazken, boynundan bağlandığı zinciri mücevher zanneden günümüz çağdaş esirlerine esir olduğu inandırmak dahi zorlaşmıştır.

Bu yüzdendir ki, bugün milli mücadele ile birlikte manevi mücadeleye dünden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.

 

Günümüzde Birinci Dünya Savaşı

Her ne kadar bu savaş, İslam coğrafyasının bütününde sosyal ve dini dokuyu ciddi manada bozarak devam ediyorsa da, zengin enerji kaynaklarının bulunduğu bölgelerde emperyalist batının kendi arasındaki paylaşımı henüz tamamlanmış değildir.

Bugün için İslam coğrafyasına akan kanın her damlasında Batının devam eden çıkar hesaplar bulunmaktadır

Son 100 yıldır bu coğrafyada yaşanan ve halen yaşanmaya devam eden sorunlar, Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Avrupalı devletlerin bölgeyi dizayn çabalarının bir ürünüdür.

Birinci Dünya Savaşında Osmanlı topraklarından Hicaz Yarımadası, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu ele geçiren ve oralarda cetvelle sınırlar çizmek suretiyle kolay yönetilebilir devletçikler kuran Batı, savaşın ilk evresinde yarım bıraktığı hesabı, bugün bu devletçikleri dilediği gibi kontrol ederek ve birbiriyle çarpıştırarak yürütmeye devam etmektedir

Ortadoğu’nun zengin enerji kaynaklarını kendi arasında bile bölüştürmekte tamahkar davranan egemen ülkeler, kontrolleri altındaki devletçik veya örgütler üzerinden üstünlük elde etmeye çalışmaktadırlar. Özellikle Irak ve Suriye gibi hesabı kapatılmamış bazı bölgelerde kan ve gözyaşı akmaya devam etmektedir

Savaşın ekonomik ve insan kaynağı bakımından yıkıcı olacağını iyi bilen emperyalist Batı, İslam coğrafyasındaki bütün çatışmaları NATO ve BM desteğindeki laboratuvarlarda üretilen bir takım taşeron örgüt ve yapılanmaların desteğiyle yürütmekte ve ardından küresel yapının jandarması olan aynı kuruluşların çatısı altında bu bölgelere kurtarıcı olarak müdahale etmektedir.

Küresel sömürü sistemi, Anadolu’nun lokomotif olacağı korkusuyla bu coğrafyadaki çıkar mücadelesini ideolojik mücadeleyle harmanlayarak bölgeyi sürekli zabt u rabt altında tutmaya çalışmaktadır.

Hicaz Yarımadası, Kuzey Afrika veya Ortadoğu için sürekli güncellenen bu hesabın varmak istediği son nokta, paylaşım savaşının merkez üssü sayılan Osmanlı Türkiye’sidir.

Bunun için öncelikle Anadolu’nun Hicaz Yarımadası ile olan irtibatını Suriye ve Irak’ın kuzeyini örmek suretiyle kapatmanın ardından Anadolu’yu iç karmaşaya sürükleyerek 1914’ten 1071’e kadar gidecek büyük hesap defterini yeniden açılmak istenmektedir.

Hem zaten, Birinci Dünya Savaşı sonunda yapılan antlaşma ile Rusya’ya bırakılan ama Rusya’da oluşan rejim değişikliği sebebiyle zorunlu olarak Türklerin elinde kalan boğazların hesabı da hiçbir zaman kapatılmamıştı.

Bugün ülkemizde ve bölgemizde yaşanan terör ve iç savaş denemelerinin hepsi bu hesabın yeniden başlatılması içindir.

100 yıldır karşılıklı törpülenen menfi milliyetçilik akımlarından tutunuz da ülkeyi küresel sermaye ağının borcuyla boğma çalışmalarına, ülkeyi yönetecek siyasetçilerin kozmik odalarda üretilmesinden tutunuzda bütün kurumlara sinsice yerleştirilen hainlere kadar bütün bu çalışmaların sebebi son işgal hamlesinin başarıyla sonuçlanması ve adisyonun tamamen kapanması içindir.

Daha öz bir ifadeyle Anadolu’yu, bu kapıyı Müslümanlara açan 1071 Malazgirt zaferinden önceki haline çevirmek ve bu hesabı bir daha açmamak üzere dürmek içindir.

Son yıllarda yaşadığı yeniden dirilişle İslam coğrafyasının umudu haline gelen Türkiye’de daha önce kolaylıkla gerçekleşen darbeler başarısız oldukça, Batı daha da çıldırmaktadır. Terör örgütleri ve hain yapılanmalar eliyle yürüttükleri 40 yıllık planları suya düştükçe demokrasi, özgürlük gibi söylemler yerini açık tehditlere bırakmaktadır.

Türkiye bu tehditler karşısında dik durmaya devam ettikçe daha fazla hırçınlaşmakta, içeriden ve dışarıdan kuşatmak suretiyle işgal niyetini daha da açığa vurmaktadır.

İşte bu hırçınlık ve art niyetin açığa çıkması şerden hayır çıkartmalı, duygu ve düşünce esaretine kapılmış İslam halkının uyanışını hızlandırması sağlanmalıdır.

Bebek maskeli emperyalist batı canavarının dişleri ortaya çıktıkça, İslam’ın evlatları için zaferin, eskisinden daha yakın olduğuna dair umut tazelenmelidir.

1914’te başlayıp 11 Kasım 1918’de ilk devresi sona eren ve hemen ardından uzun soluklu ikinci devresi başlayan Birinci Paylaşım Savaşında sona gelinmek üzeredir.

Hem niyetler hem saflar netleşmiştir.

Hani “Geldikleri gibi giderler” şeklinde tekrarlanan bir söz vardı ya..!

İşin aslı şu ki, geldikleri gibi gitmemişlerdi. Onlar kalmış, İslam toplumun kalbi ve ruhu gitmişti.

Şimdi bir daha dönmemek üzere onları göndermenin tam sırasıdır.

Birinci Dünya savaşıyla başlayıp son 10 yılda iyice çığırından çıkan emperyalist batının şeytani oyunlarını Anadolu merkez olmak üzere bütün İslam topraklarında yaşayan halklara izah etmek, uyanışlarına vesile olmak zamanıdır.

Emperyalist batı ile işbirliği gafletinde ısrar eden atanmış iktidarlara rağmen tabana yayılarak bu uyanışı hızlandırma zamanıdır.

Madem Batının İslam dünyasında 200 yıldan bu yana oynadığı çirkef oyunlar ayan beyan olmuş ve Osmanlı mirasında yetim bırakılan halkta yeni bir diriliş ve ittihat arayışı çoğalmıştır.

Madem ki, Kosova’dan Yemen’e, oradan da Hindistan’a kadar “eski hal muhal; ya yeni hal ya izmihlal” uyanışı başlamıştır.

O halde tabanda kuvvetlenen bu arayışı Batının laboratuvar üretimi terör örgütlerinin sahiplenmesinden kurtarmak zamanıdır.

Batının toplum mühendisliğinin bir sonucu olarak son yıllarda Anadolu’da oluşan küskünlük ve kırgınlıklara çözümler üretmek, yangın bacayı sarmadan kendi içinde mutlak barış ve huzuru yakalamak zamanıdır.

Kendi içinde mutlak barış ve huzuru yakalamış Anadolu’nun riyasetinde İslam toplumları ile yeniden Diriliş ve İttihat cephesi oluşturmak zamanıdır.

Yüzyıldır devam eden Birinci Dünya Paylaşım Savaşını sonlandırmak, bu trajediyi yeni bir yüzyıla taşımamak ve emperyalist batıyı bir daha dönmemek üzerek göndermek için toplum tabanında oluşan fırsatı iyi değerlendirme zamanıdır.

Hem de hemen..!

Sebilürreşad / Kasım-2017

Sağlıcakla kalın

@akgulahmet