“Haydo, Haydar Ağa, Haydar” Meselesi

“Hükümete hücum edenler, bazıları “Haydo, Haydo” derlerdi, bazıları “Haydar Ağa, Haydar Ağa” derlerdi; ben “Haydar” derdim, şimdi de “Haydar” diyorum vesselâm…”

Bu sözler, hayatın her alanında olduğu gibi siyasette de iktisatlı davranıp ifrat ve tefrite kaçmamak gerektiğini söyleyen Bediüzzaman Sait Nursi’ye ait.

“Bu fitne Maya Tutmamalı” başlıklı yazı serimin üçüncüsünü tamamlamıştım ve yayınlamak üzereydim.

Lakin uzun yıllar ihmal ettiğim bir dost meclisinde, hayatın her alanında ifrat ve tefritten kaçınıp vasatı yakalamak üzerine verilen örneklerden birisi de Bediuazzaman’ın Mardin’de karşılaştığı bir zattan öğrendiğini söylediği “siyasetteki muktesit meslek” örneği üzerine yazımı erteleyip munazarat risalesinde geçen soru cevap faslını “söz ustasının sözünün üstüne söz olmaz” diyerekten yorumsuz bir şekilde paylaşmak istedim.

Aşağıda paylaştığım “siyasetteki muktesit meslek” örneğinde her ne kadar o günün siyaseti ve Sultan Abdulhamid’e değiniliyorrsa da, sadece siyasette değil, hayatın her alanında “Dün hata etmişiz” diyenlerin  yarın aynı şeyi bu gün için tekrarlamamaları ve muhabbette de nefrette de muktesit davranmaları adına önemli bir  örnek olacağını düşünüyorum.

Bediüzzaman

Siyaseten aşırlıklara kaçanlara karşı mesafe koyan ve Mardin’de karşılaştığı bir zattan öğrendiklerini “siyasetteki muktesit meslek” olarak tanımlayan Bediüzamman’a

—  “İnkılâptan on sene evvel, hükûmete nihayet derecede mûteriz olduğun halde, hükûmete hücum edenlere dahi îtiraz ederdin. Hattâ selâtin-i Osmâniyeyi ifratla senâ ederdin; hattâ derdin: ‘Muhtemeldir, Abdulhamid, muktedir değil ki dizgini gevşetsin, milletin saadetine yol versin. Veyahut hatâ bir içtihad ile olabilir, bir gayr-i makbul özrü kendine bulsun. Veyahut avanelerinin ve vehminin elinde mahpus gibidir.’ Sonra birden bütün kabahati ona attın. Neden hem îtiraz, hem hücum ederdin; hem de bâzılara karşı müdâfaa ederdin?”

Şeklindeki sorulan soruya şu cevabı vermiştir.

— “İnkılâptan on altı sene evvel, Mardin cihetlerinde, beni hakka irşad eden bir zâta rast geldim. Siyâsetteki muktesit mesleği bana gösterdi. Hem, tâ o vakitte, meşhur Kemâl’in “Rüyâ”sıyla uyandım. Lâkin, maatteessüf, su-i tesadüfle hükûmete itiraz edenlerden ehl-i ifrat ve ehl-i tefrite rast geldim. Ehl-i ifratın bir kısmı, Araptan sonra İslâmiyetin kıvâmı olan Etrâkı tadlil ediyorlardı. Hattâ bir kısmı o derece tecavüz etti ki, ehl-i kanunu tekfir ederdi. Otuz sene evvel olan Kanun-u Esâsî’yi ve Hürriyetin ilânını tekfire delil gösterdi, “Her kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse… [Mâide Sûresi: 5:44.]” ilâ âhir hüccet ederdi. Biçare bilmezdi ki: “Her kim hükmetmezse…” bilmânâ “Her kim tasdik etmezse”dir. Acaba sabık istibdadı hürriyet zanneden ve Kanun-u Esâsîye itiraz eden adamlara nasıl itiraz etmeyeceğim? Çendan onlar hükûmete itiraz ederlerdi. Lâkin onlar, istibdadın daha dehşetlisini istediler. Bunun için onları reddederdim. İşte şimdi ehl-i hürriyeti tadlil eden şu kısımdandır. İkinci kısım olan ehl-i tefriti gördüm; dini bilmiyorlar, ehl-i İslâma insafsızca itiraz ediyorlar, taassubu delil gösteriyorlardı. İşte şimdi Osmanlılıktan tecerrüd edip, tam tamına Avrupa’ya temessül etmek fikrinde bulunanlar şu kısımdandır. Bununla beraber, istibdat kendini muhafaza etmek için herkese vesvese verdiği gibi, beni İnkılâp’tan on sene evvel aldattı ki, ehl-i ihtilâlin ekseri masondur. Lillahilhamd, o vesvese bir iki sene zarfında zail oldu. Tâ o vakitte anladım; bizim ekser ahrarımız mutekid Müslümanlardır. Elhasıl: Hükümete hücum edenler, bazıları “Haydo, Haydo” derlerdi, bazıları “Haydar Ağa, Haydar Ağa” derlerdi; ben “Haydar” derdim, şimdi de “Haydar” diyorum vesselâm…” (Münazarat, s. 123)

Bu yazımı Bediuzamman’ın veciz anlatımına ayırmışken, Muhakemat adlı eserinde yer alan ve günümüz sıkıntılarına karşı şiddetli bir uyarı niteliğindeki sözleri de çok manidar..

“İhsan-ı İlâhîden fazla ihsan, ihsan değildir. Bir dane-i hakikat bir harman hayalâta müreccahtır. İhsan-ı İlâhî ile tavsifte kanaat etmek farzdır. Cemiyete dahil olan, cemiyetin nizamını ihlâl etmemek gerektir. Birşeyin şerefi neslinde değildir, zatındadır. Birşeyin aslını gösteren semeresidir. Birinin malına başka mal—velev kıymetli de olsa—karışırsa, malını kıymetsiz ettiği gibi, haczetmesine dahi sebep olur.”

Sağlıcakla kalın.

USTAD