T.Büyük Millet Mahkemesi

Rüya veya hayal gibi bir şeydi galiba gördükleri Ahmet USTA’nın..

 

Bir mahkeme salonu hayal edin ki her yönüyle farklı..

 

Alışılmışın dışında olsun biraz..

 

İki veya üç hakim ile bir katip olmasın yüksek kürsüde…

 

Hakimlerin karşısında duran sanık sandalyesinde de alışılmış bir sanık bulunmasın…

 

Farklı olsun bu sefer.. Mesela yarasa ve örümcek…

 

Hemen arkalarında ise onları temsil eden gruplar..

 

Veya onlardan geçinen birtakım insanlar….

 

Hakim kürsüsünde ise milletin kendisi dursun…

 

Topyekün millet…

 

Doğulusu, batılısı, kuzeylisi, güneylisi…

 

Müslümanı,  Hristiyanı, Yahudisi, Sünnisi, Alevisi,

 

Sağı, Solu, Yukarısı, Aşağısı…

 

Türkü, Kürdü, Arabı, Lazı, Çerkezi, Abazası, Zazası…

 

Milletin ta kendisi…

 

Savcı ise Vicdan..!

 

Herkesin, herkesimin Vicdanı…

 

 

Yargı sırasını onlar devralacaktı artık…

 

Onlara gelmişti sıra…

 

Yargılayacakları; onlarca kayıp yıl olacaktı..

 

Onlarca karanlık eylem…

 

Çıkar uğruna bir araya gelen zehir ve ölüm tacirleri…

 

Ve onlarca boşa akıtılan ve emilen kan…

 

Yargılayacakları; kardeşliğe zarar veren her bir eylem..

 

Fakat sanık sinsi, sanık profesyonel, sanık asi…

 

Gündüz inananların arasına karışıp külahlı, gece silahlı…

 

Gündüz tam özgürlükçü, gece örgütçü…

 

Gündüz barışçı, gece savaşçı..

 

Gündüz demokrasi, gece silah sesi

 

Emdikçe milletin kanını, kalınlaşmıştı ensesi..

 

Kan emen yarasa idi o..

 

Gündüz vatan, gece satan…

 

Gündüz bırak, gece tuzak…

 

Gündüz sayar, gece soyar…

 

Fail-i malum ve mechulun hamisi..

 

Ağını her birimde büyütmüş ki, onunda kalındı ensesi..

 

Örümcekti o, ağlarıyla anayurdu saran en baştan..

 

 

Suçlunun ardındakiler sessizliğe davet ediyordu mahkemeyi..

 

Davet ettikleri sessizlik sukunet değil, sukuttu…

 

 

İlginçtir ki hakim milleti de davet ediyordu haddini bilmeye..

 

Ve sanığı da konuşmamaya…

 

 

Ve savcıya da suyu bulandırmamaya..

 

Hatta tehdit etmeye….

 

“Hem sen kimsin ki be haddini bilmez…!

 

Anaları çocuklarından, kadınları kocalarından, evlatları babalarından yıllardır ayıran ben…

 

Kirli bir tek çıkarım için ülkeyi satan yine ben…

 

Örümceği yarasa ile ortak eden ben…

 

Ekonomiyi manipüle eden ben..

 

Dizileri toplum mühendisi gibi yönlendirici kılan ben…

 

Medya vasıtasıyla halkı kışkırtan ben…

 

Yakan ben, yıkan ben…

 

Dış politikanı belirleyen, dostu düşman, düşmanı dost gibi gösteren  yine ben…

 

Yarasanın uyuşturucusunu teslim alan örümceği tutuklayan da ben… arka kapıdan bırakan da ben…

 

Örümceğin teslim ettiğini infaz eden yarasayı aklayanda ben… paklayanda ben…

 

İmkansızları buluşturup şeytan üçgeni oluşturan yine ben…

 

Yoktan (olay) var eden, vardan (faili meçhulle) yok eden yine ben…

 

Sen kimsin be adam.. vicdan savcısıymış ta.. Hakim milletmiş te.. karşıma ne curetle geçmiş beni yargılamaktasın..”

 

 

Ve art arda tehditlerine devam ediyordu hakim millete de, vicdan savcısına da…

 

Boş verin beni de konuşturmayın dedi Ahmet USTA..

 

Bundan sonrasını konuşacak takati hala bulamıyorum kendimde…

 

Suçlunun masumu suçladığı, tehdit ettiği, üstüne vardığı, hatta masumu suçlu çıkardığı bir dönemde…

 

Örümcekle yarasanın belki birkaç yerden tahliye kapısı bulabildiği bir yerdeyim hala..

 

Dokuz köyden kovulmayacağım günde kalanları konuşurum elbet…

Rüyalarınız hayır olur inşallah

 

Mahkeme devam edecek… Sağlıcakla kalın