Bölgede Demografik Dönüşüm Planı mı Var? – 1-

Hatırlarsanız geçtiğimiz yıl TBMM bütçe görüşmeleri başlarken kitapçıktan çıkarılma kararı alınan Kürdistan ifadesi yüzünden sert tartışmalar yaşanmıştı.

Sayın Başbakan’ın Diyarbakır’da kullandığı Kürdistan ifadesi ile başlayan ve kısa sürede Meclise uzanan bu tartışma bir ilk olmadığı gibi son da olmayacak.

Kürdistan tartışmalarını daha iyi anlamak için tarihsel sürece ve bu süreçteki tanımlamalara bakmak yerinde olacaktır.

Farsça kökene sahip ve ağırlıklı olarak Kürtlerin yerleşik olduğu bölge anlamına gelen Kürdistan terimi ilk kez 12. yüzyılda İslam devleti Selçuklu sultanı Sultan Sencer tarafından (bugünkü İran Kürtlerinin bulunduğu) bölge için coğrafi manada kullanılmıştı.

Yani bu ismin ilk defa kullanılmasını sağlayan kişi bir Türk hükümdarı olmuştur.

Bölgenin kapsadığı topraklar veya sabit sınırlar zaman içinde değişkenlik göstermiştir.

Osmanlı dönemine kadar bu günkü Güneydoğu Anadolu bölgesinde Kürt nüfusunun İran toprakları içerisindeki Kürdistan coğrafyası diye zikredilen bölgeye nazaran oldukça seyrek olduğu ve toprak bakımından küçük bir kısmını kapsadığı bilinen bir gerçek.

Osmanlı öncesi Anadolu’nun güneydoğusunda kalan bu bölgeye baktığımızda özellikle kabileler göçü adı verilen ve Yemen taraflarından gelen Beni Bekr, Beni Vail gibi Arap kabilelerin bölgenin geneline dağıldıklarını görmekteyiz. Ağırlığı milattan önce gerçekleşen bu göç dalgası ve yerleşimler, bugün için Muş Hasköy, Diyarı Bekr, Hasankeyf, Siirt, Mardin gibi yerler dâhil bölgenin her tarafında oldukça ciddi sayılabilecek demografik bir dönüşüme neden olmuştu.

Hz. Ömer dönemi İslami fetihlerinde ciddi bir Müslüman Arap nüfusunun bölgeyi İslamlaştırmak maksadıyla yerleştiğini de hesaba katarsak bu günkü Güneydoğu Anadolu bölgesi Osmanlı dönemine kadar Arap ağırlıklı bir demografik yapıda seyretmekteydi.

Osmanlılar döneminde ise, Safevi İran’la mücadelede gösterdikleri samimiyetten dolayı İran ve yakın bölgelerden Müslüman Sünni Kürt aşiret reislerine Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesinde toprak ve yerleşim imkânı verilmişti.

Böylelikle Selçuklu hükümdarının yaptığı کردستان (Kürdistan) tanımlaması Osmanlılarda da Türkiye, Irak, İran, Suriye ve Ermenistan’a ait toprakların bir kısmını kapsayan ve baskın unsur olarak Kürtlerin ön plana çıktığı coğrafi bölge şeklinde kullanılmaya devam etti..

Osmanlı’nın çeşitli dönemlerinde yerleşmelerine izin verilen Kürtler ile farklı bölgelerden getirilen Türkmen ve Araplarla birlikte bir mozaik görüntüsü veren Türkiye’nin Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgeleri, zamanla Şırnak, Mardin, Siirt, Batman ve Şanlıurfa’daki bazı Türkmen ve Arap unsurların  baskın dil olarak Kürtçeye dönmeleri ile birlikte an itibarı ile ağırlığını Kürtlerin oluşturduğu bir coğrafya haline geldi.

Bugün için bile % 80’i Kürtçe konuşan 240 bin nüfusa sahip Mardin Kızıltepe ilçe sakinlerinin en az % 50’sinin bundan 50 yıl öncesine kadar Arapça konuştuğu ve köken olarak kendini bugünkü Arap coğrafyasına dayandırdığı bilinen bir gerçektir.

Netice itibarıyla hangi etnik kökene tabi olursa olsun, hangi etnik unsura dönüşmüşse dönüşsün, Kürdistan diye tanımlanan coğrafya Müslüman ön ekini yüzyıllarca omzunda onurla taşıyan ve İslam dışı unsurları da bünyesinde merhametle barındıran bir coğrafya olmuştur.

Bugün için sık sık siyasi tartışmalara sebep olan Kürdistan ifadesinin hangi anlamda kabul gördüğü  / görülmesi gerektiği konusu bölge içi yeni çatışmaları beraberinde getirmemesi adına ivedilikle netleştirilerek üzerinde uzlaşma sağlanması gereken bir konudur.

Devleti temsil eden Sayın Başbakan’ın Kürdistan terimini meydanda kullandığına, yine devletin önemli bir kurumu olan TBMM’de Kürdistan teriminin tutanaklara geçmemesi için sert tartışmalar yaşandığına, Kürt sol siyasi hareketi tarafından ise tehditkâr ifadelere varan Kürdistan vurgusunun ısrarla yapıldığına şahit olmaktayız.

Konuşmalarında Kürdistan terimine vurgu yapanların hangi manada vurgu yaptığı, ret edenlerin ise hangi manada ret ettiği konusu Anadolu’nun hem batısında hem doğusunda kafa karışıklığına neden olan bir konudur.

İşte tam da bu yüzden niyetlerin açıkça ortaya konarak netleştirilmesi ve üzerinde ivedilikle uzlaşma sağlanması gereken bir konudur.

İster devleti temsil eden makamlar, isterse bölgesel siyaset yapanlar kim olursa olsun bir ayrışmaya neden olacak şekilde kullanılacak siyasi Kürdistan ifadesine, sadece Anadolu’nun batısı değil, bölgenin büyük bir ekseriyetini oluşturmasına rağmen uluslararası bir projenin taşeronluğunu üstlenmiş hâkim unsurdan dolayı sesini yükseltemeyen Müslüman etnik unsurlarda razı olmayacaktır.

Nasıl ki geçmişte uzun yıllar İslam toprağı olarak kalmış bu günkü İsrail, Lübnan, Ürdün ve Suriye topraklarını içine alan bölgeye Suriye bölgesi denmiş ise, nasıl ki, Mekke ve Medine dahil geniş toprakları ihtiva eden bölgeye Hicaz bölgesi adı verilmiş ise, aynı şekilde bu bölgeye eskiden olduğu gibi siyasi bir anlam yüklenmediği ve ayrıştırıcı bir dil kullanılmadığı sürece coğrafi Kürdistan ifadesinden ne Anadolu’nun batısında, ne de bölgede yaşayan Müslüman etnik unsurlar rahatsız olmayacaktır.

Özellikle ümmetçi geleneğe bağlı Kürtler, birleştiricilikte bir adım öne çıkarak Türkiye veya Irak Kürdistanı tanımlamalarından ziyade coğrafi anlamıyla Kürdistan bölgesini İran toprakları içerisinde kalan topraklarla birlikte bir bütün olarak görmekte ve bu coğrafyanın Yemen’e kadar uzanan İslam topraklarına anlamlı bir kapı olacağına yürekten inanmaktadırlar.

Hatta bir adım öteye giderek, Anadolu’da yaşayan Müslüman Kürt ve Türklerin kader paydaşı konumundaki Müslüman Araplar için Misak-ı milli ufkunun batıda yaşayan kardeşinin 100 yıl önce kabul ettiğinden çok daha geniş olduğunu söylemek bile mümkün. Özellikle kültür adı altında sınırları ortadan kaldırmak şeklinde dini birleşme sağlamaya çalışan Avrupa ve birçok etnik unsuru geniş topraklarda Amerikancı bir ruh ile bir arada tutmaya çalışan ABD’nin bu davranışını iyi okuyan ve bu yüzden bölük pörçük haline gelmiş Arap toplumunun uyuşuk tavrına çok kızan bu kesim, İslam dünyasına yeni parçacıklar katmak için yapılan yeni planlara bırakın alet olmayı, içlerine asla sindirmeyecekleri aşikârdır.

Bunu iyi okuduğumuzda, bölgede akrabaların arasına emperyalist güçler tarafından çekilen sınırları ortadan kaldırarak İslam dünyasının ittihadına bile sebep olacak geniş Kürdistan coğrafyası temennisinde bulunan kesimin niyeti ile menfaatlerinin bozulacağı endişesi ile coğrafi Kürdistan bölgesinin ortasından çekilip dörde ayrılan bu toprakların birleşmesine bile karşı çıkan Kürt ve Türk ulusalcılarının ortak niyeti arasındaki bariz farkı da okumuş olursunuz.

Şimdilik bu kadarla yetinelim.

Gelecek yazımızda bölgede sistematik bir şekilde başlatılan çatışmalı ortamı, geçmişte köylerinden şehirlere sürülen, şimdilerde ise şehirlerden batıya doğru göç ettirilen bölge halkına bu planı kimlerin yazıp, kimlerin uygulamaya çalıştığı, bölgenin neden boşaltılmaya çalışıldığı, Bu boşaltma oyununa devlette söz/yer edinmiş isimlerin ortak olup olmadığı ihtimali, bunun Suriye’nin kuzeyinde doğal olmayan yollarla başlatılan demografik dönüşümle ilişkili olup olmadığı, bu planlamaların kime ve neye hizmet ettiği ile ilgili kafalarda oluşan bir takım istifhamlara değinmeye çalışalım.

Sağlıcakla kalın

ustad.org.tr

@akgulahmet