Bir Sosyalistin kaleminden HAZRETİ MUHAMMED (SAV)

İmam, cenaze namazı için toplanmış kalabalığa teneşir tahtasını işaret ederek “Mevtayı nasıl bilirdiniz?” diye sorar. Hazirun, hep bir ağızdan “iyi bilirdik hocam” şeklindeki klasik cevabı verirler. Tam o sırada saçları ağarmış resmi kıyafetli ve konuşmasından mevtayı iyi tanıdığı anlaşılan yaşlı bir adam sesini yükselterek söze devam eder.  “İyi bilirdik hoca, iyi bilirdik. Dini bütün Sosyalist bir Müslümandı. Namazı kaçırırdı amma, Allah var, orucu hiç tutmazdı”.

Bunu mizah sayıp öze dönelim. Kendisini sosyalist olarak takdim eden son 40 yılın en gizemli simalarından birisi, İslam peygamberi Hz. Muhammed (sav)’i konu alan bir kitap yazmış. Kitabın ismini de kendi dünya görüşünü yansıtacak şekilde koymuş. İçerikte nelerden bahsetmiş olabilir diye merak edenlere hemen söyleyivereyim. Malumunuz kendileri bir devrimcidir. Sosyalist bir devrimcidir. Hatta silahlı mücadeleyi öne alabilecek kadar gözü kara bir devrimcidir. Bu gözü karalık sınır tanımaz bir şekilde bazen Bekaa’da, bazen çakma devrimci mollalarla sıkı fıkı olacak kadar fenadır. Doğal olarak Hz. Muhammed (sav)’in hayatını ele aldığı pencere de devrimci bir pencere olacaktır ki, öyle olmuştur.

Zaten kendisinden bunun ötesinde bir kapasite beklemek abes olurdu. Zira kendisi ne bir İslam bilgini, ne de bir İslam tarihçisidir. Ne bu ilmin metodolojisinden, ne de -sadece Uhud savaşını anlatmak için dahi defalarca kutsal topraklara gidip çıplak gözle ölçümler yapabilecek kadar- bu ilmin ciddiyetini muhafaza eden âlimlerden haberdardır.

Bir hususu vurgulamakta fayda var. Zatı alileri kendilerini ateistlikle suçlayanlara karşı cevaben, ateist değil bilimsel sosyalist olduğunu beyan etmiştir. Bir kavle göre konuşmasının birinde Müslüman olduğuna da vurgu yapmıştır. Lakin Tövbe suresi 11.ayette Rabbimiz “Putperestliğin içinde olanlar tövbe eder ve namaz kılıp zekât verirlerse ancak o zaman dinde kardeşleriniz olurlar. Bilen topluluklar için ayetlerimizi işte böyle açıklıyoruz.” buyurur.

Bizim temennimiz, yaşı ilerlemiş ve bir ayağını öbür tarafa atmış birisinin ateist değil Müslüman olduğuna dair vurgu ile yetinmemesi ve bir an önce Müslümanca yaşamaya başlaması yönündedir.

Hz. Muhammed(sav) başlığıyla kitap yazabilecek kadar cesaret sahibi olan bu şahsiyet bundan haberdar mıdır bilemeyiz ama hepimizin malumudur ki, Hz. Peygamber dönemi putperestlerine müşrik deniyordu. Bunlara müşrik (ortak koşan) denme sebebi, yüce bir ilahın varlığına inanmakla birlikte, ona kendi imalatları olan putları ortak kılmaları idi. Yani Müşrikler, kâfirler gibi Allah’ın varlığına hiç inanmayan değil, varlığına inanmakla birlikte Ona putları ortak eden kimselerdi. O dönemin her biri bir yol ve yordam ifade eden Lat, Uzza ve Menat gibi şirk aracı putlar vardı. Günümüzde ise bunların karşılığını Sosyalizm ve Kapitalizm gibi insan ürünü modern putlar almıştır. Hâlbuki, kendisinin her platformda Bilimsel Sosyalizme yürekten iman ettiğine dair açık beyanatları ortada iken ne Müslüman olduğuna dair aynı açıklıkta şehadetine, ne de bu şehadete şahitlik edenlere dair bir haber okumadık

Bütün bunlara rağmen kendisi bir Anadolu evladıdır. Anadolu ise şek ve şüphe götürmez bir şekilde Müslüman diyarıdır. Her ne kadar özünü yitirmiş, ecdadının emanetine hıyanet etmiş ve dahi bununla kalmayarak Laisizmi din derecesinde kutsayıp günümüzün  Sosyalizm putuna iman etmiş olsa da,  saklamaya çalıştığı kökeninin İslam olduğunu biliriz.

Saklamaya çalıştığı kökeni demişken, bir şeye daha vurgu yapalım. Bizler maazallah tekfirci değiliz. Elinde küfür mührü olupta sağı solu küfürle mühürleyenlerden de Allah’a sığınırız. Lakin görünen verileri kuyumcu terazisi hassasiyeti ile tartacak olsak, daha vahim bir sonuca varmamız işten bile değildir. Bu ilmin deruni bir alimi değilsekte kafir kelimesinin kökeninin hakikati görmezden gelen, gizleyen, örtmeye çalışan anlamlarına geldiğini biliriz. Bu hakikatleri bilmesine rağmen Ebu cehil fıtratıyla yapmakta ısrar ettiği davranışları ve hassaten kafa bulandırmak gayesi ile yaptığı çarpıtmaları hassas teraziye koyacak olursak, şüphesiz tartının sonucu bazen kâfir, bazen de müşrik olarak bile çıkabilir.

Bizler yine de, zahirde var olduğu iddia edilen Müslümanlık beyanını yukarıdaki ayet doğrultusunda bir an evvel fiilen kanıtlaması gerektiğine iman eder, kalbini yarıp bakamadığımız için beyanından dolayı bu hassas kısmı çok fazla kurcalamamayı yeğ görürüz.

Fakat zatı alileri, anlaşılan her Müslümanın taşıdığı bu hassasiyete sahip biri değilmiş ki, cahili olduğu bir mevzuda hududu aştıkça aşmıştır. Müslüman ahalinin 1400 yıllık hakkını yemekte bir beis görmemiş, alakasının olmadığı bir konuda kitap yazma cesaretini göstermiştir. Yani bunca İslam âliminin emeğine saygı göstermediği gibi, avamın hassasiyetini de umursamamış ve cahil cesaretini sergilemekte bir beis görmemiştir.

Madem bunda bir beis görmemiş, o halde bizler de gayrı ciddi bir eseri ciddiye almak yerine bir tutam mizah daha ekleyip devam etmekte beis görmeyelim.

Cenaze namazı sonrası herkes mezarın başında toplanmıştır. İkide bir ellerini bitiştirip bir şeyler mırıldanan yaşlı adam imamın dikkatini çeker. İmam dayanamayıp der ki: “Maşallah sürekli bir şeyler okumaktasınız” Bu övgüden hoşlanmasına rağmen kendinden şüphelenmişçesine. “Hoca.! Ateist değiliz haşa.. Biz de Müslümanız. Hem de en laikinden Müslüman. Öyle ki, din ile dünya işleri birbirine karışmasın diye arkadaş cenazesi hariç camiye gitmişliğim yoktur. Ama her milli ve dini bayram arifesinde hacı babamın mezarına gidip mutlaka 3 gulu 1 elam okurum. Hatta bunu çok zaman üçlerim” şeklinde cevap verir. İmamın “Ah öyle mi..! Hele bir oku, merak ettim” sözleri üzerine okumaya başlar. “Gulu Gulu Gulu Elam. Gulu Gulu Gulu Elam.  Gulu Gulu Gulu Elam…” Ve ekler. “Kendimi bildim bileli hiçbir bayramda bunu kaçırmam”.

Ateist değil Müslüman. Ama Cuma yok. Cami yok. Hac yok. Oruç yok. Zekat yok. Namaz yok. Abdest yok. Farz yok. Sünnet yok.. Üstüne üstlük kebair günahları işlemekten korku ve çekinme yok. Vesaire.. “Namazı kaçırırdı amma, Allah var, orucu hiç tutmazdı” meselesinden çok daha vahim bir vaka..

Yazıya başlamadan evvel kitabı bir kez okuduğumuzu ifade edelim. Ardından tekraren okuyup notlar almaya çalıştık. Fakat gördük ki kitabın başında Hz. Muhammed (sav)’in devrimci yönü ile ilgili ufak bir kısım hariç elle tutulur yanı yok. Kritik etmeye kalkınca bir baktık ki daha hacimli bir kitap ortaya çıkacak, vazgeçtik. Üstelik yaptığımız değerlendirmenin özeti dahi okuyucuyu yoracaktı. Hatta bu durum geçen ayın tefrikasındaki yazımızı yazmamamızın nedeni oldu ama nafile. Hem “batılı tasvir safi zihinleri idlal eder” kaidesi sırrınca tutarsız ve dalalet ihtiva eden bir çalışmayı bu yazı aracılığı ile nakletmek, batılı bir o kadar reklam eder diyerek vazgeçtik. İyisi mi, okuduktan sonra kitaplığımıza dahi koymaktan ar ettiğimiz bu eserin maksadına misil bir dille eleştirisini yaparak mevzuyu kapatalım.

Gelelim kitabın içeriğine.. Bunu da son mizah hakkımızı kullanıp izah edelim. İmamın acı tebessümünü övgü şeklinde anlayan yaşlı adam bundan cesaret alıp sohbete devam eder. “Hoca biliyor musun? Ben din masallarını da iyi bilirim. Mesela Davut Kral masalı hep aklımdadır. Vaktin varsa anlatayım ama ufak tefek yanlışım çıkarsa düzeltiverirsin.” “Buyurun” der imam. Şahıs başlar anlatmaya: “Çocuğu olmayan Mısır kralı Davut, tanrının kendisine nasip edeceği kız çocuğunu tanrıya adak olarak boğacağına dair söz verir. Tanrı bu isteğini kabul eder ve Kral Davut’un Miryam adında bir kız çocuğu olur. Kral Davut verdiği sözü tutmak üzere kızı yatırır, Tam boğacakken Azrail gökten bir keçiyle çıkagelir ve kızı bırakıp keçiyi boğazlamasını ister.” Masalını bitirdikten sonra imama dönerek “Bir hatam varsa düzeltiver hoca” diye ekler. O esnada sabrın Eyüp tonunu yaşayan imam artık dayanamayıp söze başlar. “Yahu, ben bunun neresini düzelteyim…! Anlattığın bir masal değil, bir peygamber kıssasıdır. O, kral Davut değil Peygamber İbrahim’dir. Ayrıca Mısır’da değil Filistin’deydi. Hadi biz senin tanrı dediğine Allah diyoruz anladıkta, Allah’tan istediği evlat kız değil erkekti. İsmi de Miryam değil İsmail’di. Gelen melek Azrail değil Cebrail idi ve getirdiği de keçi değil koçtu. Ayrıca boğmadı, kurban etti olacaktı.!”

Eminim bu son mizah kitabın içeriğini anlatmaya kâfi gelmiştir.

Haydi kabul ettik ki içeriği bundan ibaret..! Lakin durduk yere zikri ve fikri ile uzak durduğu bir konuyu yazmaktaki maksat ne ola ki?

Bizler biliyoruz ki, insanlığın ahseni takvimdeki zirvesi olan eşref-i mahlukat Hz. Muhammed (sav)’in hayatı her dönemde ilgi konusu olmuştur. Eskiden olduğu gibi günümüzde de hem İslam âleminde hem gayrı Müslimler nazarında sürekli gündemde kalmaya devam eden Hatemül Enbiya Hz. Muhammed (sav)’in yaşantısı, icraatları, savaşları, yüksek ahlakı ve toplum ilişkilerinin sadece tarih, siyer veya İslami ilimlere dair eserlerde değil, bir şairin dizelerinde veya bir destanda en güzel şekliyle anlatıldığına rastlamak mümkündür.

Ne var ki İslam âlemi üç asırdır fetret ve gaflet dönemi yaşamaya başlamıştır. Hele de, bu gaflet, son 100 yılda tamamen zillete dönüşmüştür. Birinci dünya paylaşım savaşında fiziki olarak işgal edilen İslam coğrafyası, o günden bu yana şiddeti artarak devam eden dini, kültürel ve ahlaki zehirleme operasyonuna maruzdur. Tam 100 yıldır bütün şiddetiyle devam eden bu operasyon, coğrafyanın sadece bedenini değil, fikri alt yapısını da çökertmek hedefiyle sürmektedir.

Bedensel zehirleme bireyin canına kasteden bir cinayet iken, fikirsel zehirleme bir toplumun geleceğini yok etmeye yönelik daha büyük bir cinayettir. Bu öyle bir cinayettir ki, nükleer bombadan daha fazla insanlık dışıdır. Küresel şeytani aklın jandarması olan Amerika’nın Japonya’ya attığı nükleer bombanın olumsuz fiziksel etkisi en fazla iki nesil sürmüş ve sonrasında izleri silinmiştir. Ama fikirsel zehirleme bir toplumun geçmişle olan bağlarını koparttığı gibi, zihinsel esiri ettiği toplumun geleceğini de asırlarca ipotek altına alır ve dilediği gibi yönlendirir.

Böylesi zehirler sade sunulmaz. Bilmediği bir konuda kitap yazma cesareti gösteren bu şahsiyetin uzmanı olduğu laik bir dille ifade edecek olursak, sek sunulmaz. Şayet sade sunulursa çok kimseyi etkilemeden fark edilir ve tedbir alınır. Nasıl ki bir kişiyi zehirlemek isteyen, meşrubat veya yiyeceğe zehirden bir miktar katarak kurbanının iştahla yiyip zehirlenmesini sağlıyorsa, fikirsel zehirlemede bu iş daha profesyonel yapılır. Ağır ağır, sindir sindire gerçekleşen zihinsel tutsaklık ve sonucunda ölüm..

İşte son 100 yılda yapılmaya çalışılan budur. İşgal edilmiş bir coğrafyada toplumsal hafızayı silmeye, dilinden, dininden, kültüründen uzaklaştırmaya ve kimliğini kaybettirmeye dair ne gerekiyorsa yapılmaktadır. Son 50 yılda mealler başta olmak üzere yüzlerce dini eser, en çarpık haliyle piyasaya ziyadesiyle sunulmaktadır ki, hafızası boşaltılmış toplumun orijinali geri yüklemeye mecali kalmasın.  Zatı alilerinin yazdığı güzide eser de bu meyanda yazılmış yüzlerce eserden sadece bir tanesidir. Lakin bunun diğerlerinden farkı; sunumu yaparken zehir ve yiyecek orantısını kaçırmış olmasıdır. Orantıyı kaçırmak bir tarafa, yemeğe zehir atayım derken, zehre yemek katmış, üstelik “Şecaat arz ederken merdi Kıpti sirkatin söyler” misali yaptığı acemiliğin kendisi hariç herkese ayan beyan etmiş olmasıdır. Bu zehri çok daha profesyonel sunanlar mevcutken, her nedense cahili olduğu bir alana uzman sıfatıyla dalmış, sadece içeriğinde değil, usulünde dahi cehaletini ifşa etmiştir. Bir şeyler yapayım derken, 100 yıldan bu yana yapılan çirkin bir saldırının başlangıç seviyesindeki acemisi durumuna düşmüştür.

Gayesini bu son örnekle anlattıktan sonra bizlere de ıslah olması için dua etmek düşmüştür.

Sağlıcakla Kalın