1, 2, 3 leer Yaşaasın Türkleer

Hatırlıyorum da yıllar önce soğuk bir kış gecesi çayımızı yudumluyor, havadan sudan sohbet ediyorduk benden yaşça küçük Çetin adındaki bir arkadaşımla.

 

Birden ciddi bir konuya geçişin verdiği bir eda ile bana döndü ve:

 

–“Usta ben kimim allah aşkına” diye sordu..

 

–“O da nerden çıktı kardaşım benim”?

 

Bu karşılığımı bekliyormuşcasına daha da doğrulup içindekileri dökülmeye başladı.

 

–Usta, Türkçenin resmi dil, kürtçenin anadil, arapça ve süryanicenin komşu dili olarak konuşulduğu şirin bir ilde doğdum ben…

 

Ilkokula gidene kadar kürtçeyi anlıyor ve konuşuyor, arapça ve süryaniceyi az da olsa biliyordum..

 

Ne olduysa ilkokula başladıktan sonra oldu bana…

 

Türkçeyle karşılaşmıştım ilk kez…

 

Karşılaşmakla kalmamış, her sabah “varlığımı türk varlığına armağan etmeye” başlamıştım..

 

“Ne mutlu bana çünkü türküm demeyi” öğretmişlerdi artık…

 

Tenefüs aralarında öğretmenim bizi el ele tutuşturur, “1,2,3 leeer Yaşaaasın Türkleeer, 4,5,6 ……” ile başlayan sayı oyunları oynatırdı..

 

Aslında mutluydum da o nağmelere…

 

Zira çocuktum ufacıktım..

 

Zamanla türkçeyi öğrenmenin dayanılmaz zorunluluğunu yaşamaya başlıyordum..

 

Çünkü ne kadar öğrensem dersleri de bir o kadar kavramaya başlıyordum.. öğrenmeliydim çünkü bilime giden başka bir alternatifimde yoktu zaten..

 

Artık asıl olarak kürt, resmi olarak ta bir türktüm..

 

Ortaokulda kürtçe müziğin sesini, kimsenin duymayacağı şekilde kısmaya başladım..

 

Lisede “orta asyadan gelmeyiz, aslen türkmen veya yörükmüşüz” demenin ayrıcalık olduğu günleri yaşadım..

 

Bütün bu olan bitenlere çok fazla anlam veremiyordum aslında..

 

Bu toprakların insanı olduğumu, Türkiyeli olduğumu zaten hissediyordum.. Milli maçları zevkle izliyor, Beşiktaşı tutuyor, diline bakmaksızın her türlü ezgiyi mırıldanıyordum..

 

İçimden bir ses benim kürt olarak doğmama rağmen etnik türk olarak ölmemem gerektiğini söyleyip duruyordu hep..

 

Şimdi söyle bana usta ben kimim, neyim, kürtmüyüm? türkmüyüm? sorusuyla tamamlamıştı sözlerini Çetin kardeşim…

 

O sözlerin üzerinden yıllar geçti.. Çetin’deki bu burukluk bir çığ gibi büyüdü ve zamanla hak ve özgürlük arayışına dönüştü..

 

Anadilde serbestçe konuşulmalı, serbestçe müzik dinlenmeli, anadilin inceliklerini öğreten kurslar serbest olmalıydı..

 

Bilinmeyen dil, bilinen dil haline gelmeliydi bu ülkede…

 

Her seferinde bu taleplerin bölünme talebi olmadığı tekrar edildi..

 

Bütün bu masum talepler Altan Tan’ın ifadesiyle “iki taraf arasındaki çatışma ve kaos ortamından nemalananlar tarafından” şiddetle püskürtüldü..

 

Zamanla insiyatif, bunu sorun olarak tanımlayan insanların, aydınların eline geçti ve bir takım   demokratik açılımlarla meselenin özüne inmeye çalıştılar..

 

Kürtçe kurs, Kürtçe TV, Kürtçe radyo derken, 10-20 yıl önce haklı kimlik arayışında olan her kürdün dillendirmeye çalıştığı haklar sırasıyla verilmeye başlandı..

 

Yeterlimiydi? Değildi elbette.. İnsanlardaki bölünme korkusu atlatıldıkça ve bunun bir  bölünme olmadığını görenlerin sayısı arttıkça bu açılımlar peyderpey devam etmeliydi..

 

Ne yazık ki bu aşamalardan rahatsız olanlar olumlu gidişata dur demek için topyekün tepkiye sebep olacak davranışlar sergilemekten kaçınmamaya başladılar son günlerde..

 

Hz. Ali’nin etrafını saran isyancılar, ellerine Kur’anı almış: “Hüküm Allah’ındır” diye bağırıyorlardı. Bunun üzerine Hz.Ali: “ Ey ahali.! Söylediğiniz haktır ama niyetinizi hak değildir” demişti.

 

Son günlerde hararetli bir şekilde tartışılan iki dil olayı için herkesi aklı selime davet etmek gerekiyor galiba..

 

Türkiye partisi olma iddiasında olan bir partinin, Türkiye’de yaşayan onlarca dilden, dinden, mezhepten kesimlerin oluşturduğu ortak mecliste Kürtçe hitap etme ısrarı olayı çıkmaza sokabilir..

 

Her partinin kendi vatandaşını yaratma çabasının bir çözüm olmadığını kabul etmek gerekiyor bence..

 

Haklı tepkiler, elde edilmiş kazanımlar ortada..

 

İlerde de devam edecek meşru talepler var elbette..

 

Toplumu gerecek, bölünme endişesi yaşayanları daha da endişelendirecek bir takım uygulamalarla bu açılım baltalanmamalı…

 

“Ben yakasını bıraktım, o benim yakamı bırakmıyor” durumuna düşürmeye çalışanlara Bediuzzaman Sait Nursi’nin şu sözünü hatırlatmak isterim:

 

“Hırs sebeb-i hasarettir”

 

Daha demokratik bir ülkede kardeşçe yaşamak dileğiyle sağlıcakla kalın….